Ebru Polat

Kaybedecek bir şeyin kalmadıysa hayatta, ölüm o kadar da korkutmaz seni. Kiminin daha körpecikken dünyayısı kararmış yabancı bir elle. Kimi babasını vururlarken gözlerini sıkı sıkı yummuş, ama bu sefer de kulakları şahit olmuş her şeye. Kimi ise ona söyledikleri gibi gerçek bir karadul… Rus birlikler ondan kocasını almış. İşte bu sebeple Çeçen Karadullar karalara bürünüp silaha sarılmışlar. Kaybedecek bir şeyleri kalmadığından… Kendilerine karadullar derken ölümcül bir örümcek olduklarının altını çizmişler. Onlar öldürürken ölecekler. Acıma görmediklerinden olsa gerek acımayı da bilmemişler. 2002’de sekizyüze yakın masumu rehin alırken belki de bir Rus askerini taklit etmişler. O yüzden operasyonu bir tiyatroda gerçekleştirmişler. Sahne hazır, seyirciler farklı bir oyunu seyre gelmişler ama olmamış. Karadulların niyeti onlara gerçek bir oyunu hatırlatmakmış.

Gözyaşı merhamettir

Yıllar yılı Çeçen sokaklarında Rus postallarının sesini işitmişler. O ses dar sokaklarda yankı bulup öyle girmiş evlerinin duvarlarından. Evleri taranmış; babası, abisi katledilmiş. Daha dün beyaza boyadıkları yuvalarının rengi değişmiş. Karyolanın altında olanı biteni seyretmiş sessizce. O sessizlik bâki kalmış onda. Bir daha tek kelime çıkmamış ağzından. Gizlendiği yerden çıkar çıkmaz gözlerini babasının açık kalan gözlerine dikmiş. Bir kırpıntı beklemiş saatlerce. Bir hayat belirtisi… Tek bir damla gözyaşına dahi izin vermemiş. Gözlerim buğulanır da, babamın o tek hareketini de kaçırırım diye. Ümitleri tükenince kendini kapının eşiğine atmış. Ağlamış, ağlamış… Gözyaşı merhamettir. O, son damlayla beraber artık merhametini de yitirmiş. Perdelerinden kan lekesi çıkar mı bilinmez ama ellerine bulaşan kan, sokaklarından Rus postallar temizleninceye kadar çıkmayacağa benziyor.

‘Yapmayın! Ben hafızım…‘

Zulmün sesi kesilmiyor. Bazen Çeçenistan’dan geliyor, bazen Filistin’den, Irak’tan ya da Bosna’dan. Masumlar teker teker katlediliyor. Gidenler şehadet şerbetiyle karşılanıyor, peki ya kalanlar? Katil gözünü hep en değer verilene dikiyor. Irak’taki soğuk ve karanlık bir hapishanenin sessiz koridorlarında kaydedilen genç bir kızın çığlığı çınlıyor kulağımda: ‘Yapmayın! Ben hafızım…‘ Bosna’daki Leyla’nın kampta yaşadıklarını, kabuslarını okuyorum çaresizce. Sayfaları çevirdikçe tahammülümü tüketiyorum. Daha yarısına gelmeden, bir daha elime almamak üzere bırakıyorum kitabı. Filistin topraklarına ise girmeye yüzüm yok. Hanzala’nın arkasında bile zulmün sonuna kadar dayanamadım. Onun gölgesinde dahi duramadım. Benim sabrım zulüm bitmeden bitti. Yine kendimi kendi yalan dünyamda buldum. Küçük meselelerimin içinde…

Zulüm Allah’ın sınavı! Bu sınav diğerlerinde farklı. Sınav kalemi tutanın değil. Silahı tutan zaten zalim, onun akıbeti belli. Bu, zulme uğrayanın da sınavı değil. Onun da mükafatı belli. Bu benim sınavım! Bu senin sınavın! Bizim sınavımız! Zulmü seyreden, sessiz kalan; âmâ mıdır, lâl midir belli olmayanların sınavı…


GENÇ'ın Yazısı.