Birinci Tekil Şahsın Başını Çektiği Bir Tat Arayışı
Ayşe Büşra Aydemir
“Şu namazları iş saatlerinin dışında kılmanın bir formülü yok mu?’’ Cenab-ı Hak namaz kılmamızı buyurduğu vakitlerin iş saatlerine denk geleceğini ‘’haşa‘’bilmiyor muydu? Bunu böyle buyurduğuna göre vardır bir hikmeti. Hikmeti varsa bereketi de vardır!
Münib Engin Noyan / Kur’an Günlüğü-1
amaz kılmayı alışkanlık hâline getireli epey oldu elhamdülillah. Biz ona, o bize alıştık. Günde beş defa görüşüyoruz. Buraya kadar her şey sıradan bir Müslüman için normal. Ta ki namazlarımdan huşu duymadığımı fark ettiğim, o ‘’alışma’’ kavramının benim secdeme yapıştığını hissettiğim âna kadar.
Hep bir eksiklik vardı ama ne olduğunu sanırım yeni çözümlüyor beynim ve kalbim arasında gidip gelen nöronlar. “Alışkanlık Hastalığı’’. Teşhis bu olsa gerek. “Bu nasıl iş?” diye ben de başta inkar etmeye yeltendim ama olan bu arkadaşlar.
Biz namaz kılmaya fazlasıyla alıştık. Artık sabah kalkış, kahvaltı, okul, çarşı, pazar, iş, güç, akşam yemeği, günün dizisi, haftanın maçı, yatsı namazı, zzzzzz. Hayatın bu akışı arasına sıkıştırdığımız taş çatlasın onar dakikadan beş defa yatış kalkışımız mevcut. Ne abdest aldığımızın farkındayız, ne hangi rekatta ne okuduğumuzun. Niyet, tekbir, subhaneke, Fatiha, bir sûre, yat, aşk ile tekrar kalk.
Öğle namazını eda ederken pencereden akseden gün ışığının etkisiyle havadaki tozların nasıl bir devinim içinde olduklarını görünce depreşti bu dert. Nasıl da Allah’ı zikrettiklerini, onun ekseninde, onun aşkıyla döndüklerini düşündüm zamlı sûre eşliğinde. Her şey bir hareket hâlinde. Toz zerresinden, gaz bulutuna kadar bir intizamla dönüyor her şey şu anda Rabbi’nin ekseninde. O’nu zikrederken bir tek kendi dönüyor gayrı ne varsa duruyor. Böyle bir konsantrasyonla ibadet ediyor mahlukat.
Peki ya birinci tekil şahsım namaza dururken neyi durdurdu bedeninden başka? Hâlâ toz zerrelerinin dönüşünü görürken, kalbini nereye döndürdü?
Gayri ihtiyari ettiği her secdede neye boyun eğdiğinin bilincine varması için, illa ki seccadenin ilmeklerinin de onunla beraber secde ettiğini görmesi mi gerek? Bilmek yetmez mi anımsamaya? Tesbihi çevirirken 33’er 33’er , feyzden kimin başı dönmeli acaba?
Şeytan seccadenin dışında bin bir şaklabanlıkla ifsat işiyle meşgul ama bu şahıs namazıyla meşgul olmaktan aciz. Halbuki namaz değil midir en görünmezinden fakat hissedilebileninden bir kalkan? En korunaklı zaman ve mekanda dahi dışarıda şeytan, içeride nefisle kılıç-kalkan mücadele ediyoruz. Gün içindeki alışkanlıkların bir tecellisi olsa gerek. Seccadenin başına gelene kadar yapıp- ettiklerimiz namazda beklemeye alsa da kendini sonuçta düşük seviyedeki enerjiyle de olsa çalışıyor içerilerde bir yerlerde nefsin kapı komşusu olarak.
Bütün bunları düşünürken tahiyyata oturmuşum. Selam bile vermişim ama tekrar O’nun huzuruna durmaya cüret edememişim, bilinçaltı bir mahcubiyet süzgecine takılmışım besbelli.
Hazır adam gibi muhasebe yapmaya niyetlenmişken şu hesabı kitabı bir dökelim, hasılatı bir görelim diyerek maziye uzanıyorum da neyin derdi olduğunu anlıyorum bu hâlin: G(af)let.
Ağzıma sürülmüş o bir damla balın tadını arıyorum ben öğle namazının farzında. Tatmadığım, bilmediğim bir şey değil bu. O eski namazlarımı, henüz birbirimize “alışmamışken”, kaybolmamışken günün akışında, birbirimizi iple çektiğimiz günlerdeki tadı, namazla vuslatın tadını. “Ezan okunsa da namaz kılsak’’ dediğimiz, namazın önünü sonunu tertemiz ettiğimiz o tatlı anları. Dizilerin arasında sıkışıp kalmayan, adeta aradan çıksın diye niyetlenip, randevu defterinde üstünü karalamadan, Rabbimizin bizi huzuruna davetine icabet ederken, kabul gününe yaptığımız hazırlıktan geri kalmadan, abdest alırken günahlarımızı akıtıp seccadeye günahsız bastığımız, iki vakit arasında huzurundan gelip, huzuruna varacağım heyecanıyla nefes tükettiğimiz günlerin tadı çalınsın diye damağıma, dört elif miktarı uzattım oturuşumu.
İşte derdimiz bu. Zamanındabilincinde olduğumuz namazda huşu ve hudunun zamanla bilinçaltında kalması. Şükür ki kırk kat döşeğin altındaki fasulye tanesi gibi hâlâ vicdanımızı rahatsız edebiliyor, benliğimize dürtüp, yüreğimize titreşim gönderebiliyor. “Kendime not: Bu konuda şükür secdesi et.”
Derdimiz bu, ama üstünü sıkı sıkıya örtmüşüz, kapağını kapatmışız ve en arka odasına atmışız kalbimizin; gaflet mührüyle kilitli, kara benekli odasına bu dert sandığını. Ama bir kapısı, bir de penceresi var bu odanın. Gafleti kırıp kapıdan içeriye girdik mi sadece ilahi manzaralı pencerenin perdesini açmak yetecek dert sandığımızın kapağını aralamaya. Kara benekleri ağartmaya. Peki ama nasıl? O tatlı namazlarımızı nasıl bulmuştuk? Neden kaybettik?
O zamanlar günahsızdık ama şimdi olduğundan çok korkuyorduk günahtan, hataya düşmekten, kalbe kara bir nokta atmaktan, günaha alışmaktan. O zamanlar abdest alırken; elimizi, yüzümüzü yıkarken, kalbimizi beynimizi de yıkıyorduk olmayan kirlerden. Ve seccadeye giden yolda “hangi rekatta ne okusam?”dan başka şeyler geçmiyordu zihnimizden. Namazda ara sıra şeytanın vârisleri ziyaret edip mahalle maçlarını, ip atlayan arkadaşları hatırlatırken kara bilyelerini seccademize düşürse de, nefisle mücadelede iki beden büyük geliyordu bizim yüreğimiz, şeytan oğlu şeytanın küçük oyunlarına.
Ne zaman ki biz aklımızı başımıza aldık, kazanacaklarımızın yanında kaybedeceklerimiz de oldu, sabah namazlarında nefis ve şeytanın tam saha presine maruz kaldık. Bir gün kalktık, üç gün kazaya kaldık. Gel zaman git zaman öğle namazlarımız öğle aralarının eğlence anlayışlarına kurban gitti. İkindiler sınıflar arası futbol müsabakalarına pozisyon oldu. Diziler, çalışılmayan dersler akşam namazlarına bahane, yorgun bedenin dinlenme saati de yatsı namazına tekabül eder olmuştu. Vay o namaz kılmayanların, öbür türlü kılanların hâline!
Kalemimin ve derdimin bana verdiği yetkiye dayanarak birinci tekil şahsım başta olmak üzere o tadı arayanlara tatlı günlerdeki tadınızda olmayı, o tadı tadıp da yalancı emziği tercih gafletinde bulunanlara da, hayatınızda bir şeylere (önünüze ne gelirse) bir kırmızı kart gösterip o tada yer açmayı tavsiye ediyorum.
Niyet ettik Allah rızası için gafil olmadığımız bir namaz kılmaya. Allahu ekber!
GENÇ'ın Yazısı.