Bir Gün ve Bir Ömür
1945, Kuzguncuk doğumlu. Mimarlık serüvenine Işık Mühendislik ve Mimarlık Özel Yüksek Okulu`na girmesiyle başladı. 1969 yılında "mimar" olarak mezun olan Genim, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları, Küçüksu Kasrı gibi yapıların restorasyon çalışmalarına katıldı. Yüksek Mimarlık eğitimini 1975 yılında tamamladı.
Çengelköy’ün asırlarca çiğnenmiş latif ve tertemiz bir sokağında zarif bir binanın üçüncü katına çıkıyorum. Her taraf sanat eserleriyle; İstanbul haritaları, gravürleri, kitaplarıyla dopdolu. Buraya kaç kez geldim, kaç kez bu güzellikleri temaşa ettim! İşte geliyor: Mimar Sinan Genim.
Konuşan: Ömer Öztürk
"Pera Müzesi ile başlayalım mı?”
“Hay hay. Pera Müzesi özel sektörün mühim bir atılımıdır. Fakat ondan da mühim olan İstanbul Araştırmaları Merkezi’dir.”
Malûmatı olmayanlar için kısa bir izahat: İstanbul Araştırmaları Merkezi, Beyoğlu Tepebaşı’nda Pera Müzesi’nin yanıbaşındadır. İkisi 2004’te birlikte inşa edilmişlerdir. İstanbul Araştırmaları Merkezi İstanbul’a dair kapsamlı bir bilgi-belge-yazı-çizi v.s. birikimini bünyesinde barındırmaktadır. Ama işin aslını sorarsanız, daha çok tanıtılmaya ihtiyacı bulunmaktadır.
Sinan Genim’e Pera Müzesinin duvarına ismini yazdırma sebebini soruyorum. “Acaba ölümsüzlüğe kavuşma arzusu mu?” Değilmiş. “Benden evvelki mimarın da ismi kazınmış. Bu bir anane belki de kimbilir.”
“Sinan Bey, isminizi kim koydu?”
“Dedem merhum.”
“İsminiz Sinan olduğu için mi mimar oldunuz?”
“İlgisi yok. Kader desek nasıl olur? İsmi Âlim olan âlim mi oluyor?”
“Bir ara çılgın projeyle gündeme gelmiştiniz? Yanılıyor muyum?”
“Yok öyle bir şey. İnanmayınız. (Laf aramızda Sinan Bey hiç de çılgın birine benzemiyor!)
Öyledir. Yaptığınız bir sürü güzel işle değil de, saçma-sapan, karın ağrısı bir amelle dikkat çekersiniz. Evet, ne çılgın proje ne de yılgın proje mevcut değil idi ama Başbakanın mimarî tasarılarını idare ettiği bir vakıa idi.
“Başbakan nasıl bir şahsiyete sahip? Asabi mi?”
“Hiç de değil.”
“Hiç atıştınız mı?”
“Yoo, ben kimseyle atışmam.”
Bir sigara ateşliyor. Kahve bitmeden yetişecek.
Bir an aklıma Sinan Beyin 20000 kitaba sahip olduğu geliyor. Onca sergiye, konferansa, yazıya, araştırmaya konu olan fevkâlade fotoğraf, vesika, kitap v.s. koleksiyonu sonra…
“Arşivinizi nereye bağışlayacaksınız?”
“İSAM’a.”
“Üsküdar’da geziyor musunuz?”
“Çoook.”
“Ben hiç rastlamadım ama size.”
Düşünüyor; “bedenlerden ziyâde gönüller bir olmalı, ki, esasen bu olmalı İstanbul sevdalıların en müşterek paydası.”
Fazla söze hacet var mı?
En mühim addedilebilecek sorulardan birini nihayete saklamışım:
“Marmaray ne zaman hizmete girecek?” (Yoksa 2123’te mi?)
Sinan Genim’den kesin ve tartışmasız bir cevap: “29 Ekim 2013.”
Yaşadıkça, göreceğiz. Parayla alınabilecek şeyler tükendiğinde, gâyeler sona erdiğinde, hayat bir çıkmaza girdiğinde, bizi çalışmak kurtarıyor. Böyle hizmet erleri o kadar çok ki. Yazıhâneden ayrılmadan evvel, “sizce her şey çalışmak mı” diye şöyle bir nabzını yokladığımda, “ben yirmi iki kişiye maaş ödüyorum” diyor2; zenginin hayatının yağla bal olduğunu sananlara, zenginin çok daha fazla çalışmakla mükellef olduğunu unutanlara ve bu hayatta, nâfile, rahatlık arayanlara sanki pek manidar bir nazire yapmak istercesine…
Notlar:
*Pera Müzesi`nde geçtiğimiz aylarda Sinan Genim’in hazırladığı “Konstantiniye’den İstanbul’a” adlı bir sergi tertip edildi.
*Bir de diyor ki, “herkes birbirine destek olacak, olan olmayana gücü yettiği nispette, icap ederse bulup-buluşturup, verecek.
GENÇ'ın Yazısı.