Sosyal Medya: Yarım İnsanlar Diyarı
Mehmet Dinç Kimdir?
Üsküdar’da doğan Mehmet DİNÇ, lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde tamamlamıştır. Eğitim alanındaki yüksek lisansını Avustralya`da bulunan RMIT Üniversitesi’nde, klinik psikoloji alanındaki yüksek lisansını Okan Üniversitesi’nde tamamlamış, geçmişte Psikolojik Danışmanlar Platformu ve Avustralya Türk Enstitüsü Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Halen kurucusu olduğu Psikoloji Organizasyonları ve Eğitimleri Merkezi’nin genel koordinatörü olan Dinç, Fatih Üniversitesi Psikoloji bölümünde ders vermektedir. İnternet Bağımlılığı ve Prof. Dr. Kemal Sayar ile birlikte yazdıkları Psikolojiye Giriş adında iki kitap, 3 kitap bölümü yazmıştır.
İnternet bağımlılığı her geçen gün daha artıyor. Sizin de bu konuda önemli bir kitabınız var. Özellikle ülkemiz gençliği açısından nedir genel durum, gözlemlediğiniz kadarıyla özetleyebilir misiniz bizim için?
Özelde internet, genelde teknoloji bağımlılığı sadece ülkemiz değil dünya için her geçen gün büyüyen bir problem olarak karşımızda duruyor. İşin kötüsü problem, çözüm noktasında yapılan çalışmalardan kat kat hızlı ilerliyor. Kültürden, inançtan, coğrafyadan, kısmen ekonomik seviyeden bağımsız olarak dünya çapında böyle bir problem var ve ülkemiz de bu problemden payına düşeni aldı, alıyor. Özellikle 30 yaş altı nüfusta hızla yayılan ve bağımlılığa doğru giden bir kullanım var. Bununla alakalı istatistiksel bazı çalışmalar yapıldı ve yapılıyor ancak istatistiklerden ziyade benim düşüncem herkes bir etrafına baksın, kendisinde ve yakın çevresindeki insanlarda teknolojinin normalden fazla kullanımı var mı diye, çok sayıda istatistikten daha doğru bir cevap alacaklardır.
Tecrübelerinizden yola çıkarak genel bir okuma yapacak olursanız, genç nüfusun sosyal hayatla ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Her nesil içinde yaşadığı zamana, zemine ve şartlara göre kendi sosyal hayat rengini belirler. Bugünkü neslin bir öncekinden, bir öncekinin ondan öncekinden birçok şeyde olduğu gibi sosyal hayatla ilişki konusunda farklı olması gayet doğaldır. Ancak bugün gençlerin sosyal hayatla ilişkisi doğal süreci içerisinde gelişip devam etmiyor. Özellikle büyük şehirlerde gençlerin gerçek sosyal hayat yaşama imkanları dar, sanal sosyal hayat yaşama imkanı gerçekle kıyas edilemeyecek kadar geniş gözüküyor. Gözüküyor diyorum çünkü sanal sosyal hayat ne kadar sosyal hayattır onu ciddi bir sorgulamak lazım. Çünkü sanal sosyal hayat ya gerçek hayatta götürülmeyecek kadar çok sayıda insanla oldukça yüzeysel bir ilişkiyi içeriyor ya da gerçek hayatta hiç tanımadığı insanlarla oldukça özel konuların konuşulduğu sağlıksız bir iletişimi içeriyor. Dolayısıyla gençlerin sosyal hayatla ilişkisi dünden farklı ancak bu farklılık doğal ve olması gereken bir farklılık değil, suni ve belli kanallar üzerinden kontrol edilmesi mümkün bir farklılıktır.
SOSYAL HAYATTAKİ İLİŞKİLER EMEK İSTER, VAKİT İSTER, YATIRIM İSTER!
Sizce sosyal medyada aktif olmakla sosyal hayatta aktif olmak arasında ciddi farklar var mı? İkisinin de buluştuğu ortak noktalar ya da ayrıştığı alanlar nelerdir?
Hiç şüphesiz teknoloji doğru kullanıldığında hayatı çok ciddi anlamda kolaylaştırıyor. Bu sosyal hayat için de geçerli. Yani sosyal hayatta aktif olan/olmak isteyen bir insan bunu gerçekleştirmek için sosyal medyayı kullanır, kullanmasında fayda vardır. Ancak sosyal hayata dair bütün yatırımı sosyal medyaya yapmak sağlıklı bir sosyal hayatı imkansız kılar. Çünkü herkesin 24 saati var ve bu 24 saat içerisinde insan eğitim ya da işiyle alakalı mesai harcayacak, uyuyacak, yemek yiyecek, ailesiyle vakit geçirecek vs. derken günün büyük bir bölümü geçecek. Kalan zamanın tamamını sosyal medyada geçirmek demek gerçek hayatta yakın ilişki kurabileceği insanlarla biraraya gelmeyi, paylaşımlarda bulunmayı, halleşmeyi unutmak demektir. Sosyal hayattaki ilişkiler emek ister, vakit ister, yatırım ister, fedakarlık ister. Sosyal medyada ömrünü geçiren birisi bütün bunları veremez. Zaten bir kısım insanlar da bütün bunları vermek istemedikleri için sosyal medya üzerinden insanlarla ilişki kuruyor ve onlara karşı sıfır sorumluluk hissediyorlar ve bu sıfır sorumluluğun tadını çıkartıyorlar. Ancak öte taraftan o insanlar da bunu düşünen insana karşı sıfır sorumluluk hissediyor. Sözü uzatmadan özetle şunu diyebiliriz: Sosyal hayatta çok aktif olan insan sosyal medyadan faydalanabilir ancak sosyal medyada çok aktif olan birisi sosyal hayattan faydalanamaz.
Bir kişi internet bağımlısı olup olmadığını kendisi anlayabilir mi? Bunun pratik bir yolu var mı?
Bir kişi internet bağımlısı olup olmadığını kendisi anlayabilir. Kısaca şunu yapacak; mecburi yapmak zorunda olduğu işler dışında (uyku, okul/iş, yemek vs) bütün vaktini internette geçiriyorsa, internette olmadığı zamanlar internette yapacaklarını düşünüyor ya da gittiği herhangi bir yerde hemen internet bağlantısı arıyorsa, internete bağlanamadığı zamanlar gergin ve sinirli oluyorsa, interneti çok kullanması yüzünden iş/okul başarısı, sosyal ilişkileri vs. olması gerekenden daha düşükse internet bağımlılığı anlamında ciddi risk altındadır.
Sanal dünyada farklı, gerçek hayatta farklı insanlar çok mu sizce? Bu tür şeylerle karşılaşabiliyoruz en yakın çevremizde bile. Nedir bu durum, neler sebep oluyor olabilir böyle bir şeye? Bu konudaki duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Sanal dünyada farklı, gerçek hayatta farklı insanlar çok değil, herkes sanal dünyada farklı gerçek hayatta farklıdır. Çünkü sanal gerçeklik kendi kuralları, kendi dili ve kendi yapısıyla vardır. Yani sanal dünyada olmak demek o çerçeveye girerek sanal dünyada olmak demektir. Bunun yanında sanal dünyada insanlar bir bütün olarak değil parça parça yer alırlar. Yani kimi düşünce olarak, kimi eğlence olarak, kimi hayal olarak, kimi ideal olarak sanal dünyada yer alır. Öte yandan kendi gerçek hayatındaki eksiklikler, imkansızlıklar, yanlışlıklar, kötülükler genellikle sanal dünyada yer almaz. Dolayısıyla da bir insanın sanal dünyada yazdığı, çizdiği, paylaştığı, konuştuğu şeyler sonucunda ortaya çıkan profiliyle gerçek dünyadaki profili illa ki farklı olacaktır.
Gerçek hayatta içine kapanık olan insanların sosyal medyada bir nehir olup taştığını görebiliyoruz. Bu anlamda müspet bir etkiden söz edilebilir mi? Soyal medya için, bu tür insanların sosyalleşmesine ve hayata tutunmasına sebep olduğu söylenemez mi?
Gerçek hayatta içine kapanık olan insanların sosyal medyada bir nehir olup taşması bazı insanlar için olumlu olabilir. Sosyal medyadan önce de bu insanlar sanatçı olup, yazarak çizerek kendilerini ifade ediyorlardı. Dolayısıyla sosyal medya bu tür insanlar için kendilerini ifade edebilecekleri birçok kanaldan bir tanesi, genelde bir esere dönüşmediği için belki de en kötüsü. Öte yandan gerçek hayatta içine kapanık bir insan sosyal medyada nehir olup taşıyorsa o insan bu probleminin üzerinde genellikle durmaz, problemiyle yüzleşip onu çözmeye çalışmaz. Onun yerine gerçek hayatı kötüleyip sanal hayata daha çok bağlanır. Halbuki ideal olan bir insanın kendini gerçek hayatta ifade problemi varsa bu problemle yüzleşip sebepleri ve sonuçlarıyla analiz edip, çözmeye çalışmaktır.
BİR GÜN ARABA KULLANIRKEN FACEBOOK’A BAKTIĞIM İÇİN ÖLECEĞİM!
“Bilgisayar başında öldü!” şeklindeki uç örneklerden ziyade, sosyal medya bağımlılığı konusunda bizlerle paylaşabileceğiniz ilginç ve ibretlik hikayeler var mı?
Bu tür uç örnekler artık uç olmaktan çıktı ve sayıları her geçen gün artıyor. En son geçen günlerde basına düşen bir haberde bir genç kız facebook adresine “bir gün araba kullanırken facebook’a baktığım için öleceğim” diyor ve 15-20 dakika sonra hayatını kaybediyor. Oldukça vahim bir durum. Ama dediğiniz gibi bunları geçelim ve daha yaygın olanın üzerinde duralım. Sosyal medya bağımlısı olan insanların en yakınları (anne, baba, abi, abla) takipçileri kadar o insanları tanımıyor. Ne seviyor, ne sevmiyor, ne düşünüyor, ne düşünmüyor bilmiyorlar. Bu durum da süreç içerisinde aileleri aynı çatı altında yaşayan ama hiç temas etmeyen yabancılara dönüştürüyor. Dolayısıyla bence en ilginç ve ibretlik olan hikaye birçoğumuzun yaşadığı, aynı evdeki yabancılar hikayesidir.
Sosyal medyada “bildiğimi bilsinler” türünde bir psikolojiyle paylaşımlarda bulunuluyor çoğu zaman. Ya da ne kadar farklı şey paylaşılırsa o kadar değerli bir insan olunacağı vehmediliyor olabilir. Yani zamanla, sosyal hayata çıkılma sebebi sosyal medyada paylaşılma niyetiyle olacak gibi. Sözlerimde sizce abartı mı var yoksa bir gerçekliğe tekabül ediyor olabilir mi? Bu bağlamda neler söylemek istersiniz...
Sosyal medyada en önemli şey görünür olmak tabi. Sadece bildiğimi bilsinler değil, gezdiğimi bilsinler, sevdiğimi bilsinler, yaptığımı bilsinler vs. beni bilsinlerdir. Ancak bildirilen ben genelde gerçek ben değil gösterilmek istenen bendir. Yani siz hiç facebook hesabına ağlayan resmini koyan bir insan gördünüz mü? Hep gülerler, hep gezerler, hep mutludurlar resimlerde. Yaşadıkları değil yaşamak istedikleri hayatı gösterirler. Ne kadar çok insan görürse de o kadar gerçek olacak ya da gerçekler o kadar daha az acıtacak düşüncesi bir alt fikir olarak yatar.
SOSYAL MEYDANLARA ÇIKIN!
Bu sayımızda, sosyal medyadan daha çok sosyal meydanlara yani hayata katılmaya davet ediyoruz okuyucularımızı. Nasıl değerlendiriyorsunuz teklifimizi? Ve bu bağlamda sizin tavsiyelerinizi de alabilir miyiz...
İnsan insana şifadır. Artısıyla eksisiyle, günahıyla sevabıyla, ayıbıyla kusuruyla bütün olarak varlığıyla şifadır. Sosyal medyada bütün insan görmek mümkün değil ancak sosyal meydanlarda mümkün. Dolayısıyla teklifiniz çok yerinde bir teklif olmuş. Ruhu daralan, dertlerinden bunalan, çaresiz kalan kim varsa çıksın meydana, bir dost yüzü görsün, bir büyük sözü duysun, bir yakını ziyaret etsin, bir yabancıyı tanıdık kılsın… Düşünülenin tersine sosyal meydanlarda yapılabilecekler sosyal medyada yapılabileceklerden çok. Alışık değilse temiz havadan zehirlenenler gibi bir baş dönmesi yaşar önce ama alıştıkça kalbi rahatlar, ruhu ferahlar.
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.