Gözümüzde ‘İman Gözlüğü’, detaylarda saklanan hikmetleri bulmak için keşfe en derinden yani DNA’yı hatta kainatı da oluşturan  atomlardan başlayacaktık. Yüzyirmi çeşit atomdan yaratılan koskoca bir kainatın yaratılış sebeplerine, bu atomlardaki hikmetleri  aramaya başlayarak ulaşacaktık.

ünlerin yorgunluğu üstümüze çökmüş; aylardır yaptığımız çalışmaların meyvelerini toplayacağımız âna gelmiştik. Saat, gece’nin kaçı   atırlayamıyorum... Karşımda arkadaşım, ‘Artık görelim şu proteini!’ nidalarını içten içe atarken gözlerimiz tüpün içine dakikada  bir kaç damla damlayan bir karışıma bakıyordu. Bir damlasını dahi kaçırmamak gerekiyordu yoksa o âna kadar yapılan tüm deney, heba edilebilirdi. Herşeye rağmen binlerce damlanın içerisinden birinde bizim proteinin bulunduğunu biliyor; sabırla her damlayı tüplere  topluyorduk.

Birden arkadaşımla göz göze geldim: ‘Ne kadar da garip!’ diyordum. Topladığımız onlarca damladan belki üç tanesi bizim aradığımız  roteini içeriyor ve biz hiçbir şey gör(e)mediğimiz bu tüplerden alacağımız örneklerle bir sonra ki (günler sürecek) deneye  başlamayı düşünüyorduk. Peki ama neye güveniyorduk? Gözümüzle göremediğimiz şu küçücük varlıkların orada olduğunu nasıl biliyorduk? Her şeyden önce inanıyorduk.O, orada olmalıydı...

Görmediğimiz şeyler üzerine hayatımızı bina ediyor; endişe etmeden yaşayıp gidebiliyorduk. Onlarca kat yukarı çıkmak için asansöre  iniyor ve bir demir halattaki bir kaç atomun bizi tutacağına inanarak hayatımızı ona emanet edebiliyorduk. Dünya’da ki  neredeyse tüm bilgileri elektron dediğimiz (nerede oldukları bilinmeyen ama aynı zamanda her yerde olan) bir varlığın eline  bırakmış, bilgisayarlarda kayıt altına almıştık.

Şimdiye kadar hiç kimsenin nasıl bir şey olduğunu dahi hayal edemediği hacimsiz ancak kütleyi oluşturduğu sanılan X-bozonunu  görebilmek için milyarlarca dolar harcamış, binlerce bilim insanı çalıştırmış ve kilometrelerce büyüklükte bir Cern Laboratuarı  oluşturmuştuk.

Bu örneklerin hepsinde güvendiğimiz varlıklar, mikro hatta nano alemde yaşıyor; onları göremesek bile orada olduğunu  bilebiliyorduk. Belki onlara değil; insanın fıtratı gereği onları yaratana güvenmiş ve yaratılan hiçbir varlığın emirlerinden şaşmayacağına iç güdüsel iman etmiştik.

Konuşma, tüplere damlayan sıvı ile aynı ritmi tutmuş; devam ediyordu. Dikkatlice topluyorduk tüm damlaları ve gözden kaçırılan hakikatleri... Mikro alemde bir keşfe çıkmaya hazırlanıyorduk artık. Damlalar toplana dursun biz detaylarda gizlenmiş gerçekleri  toplamaya gidiyorduk. Biz küçülürken; hakikatler büyüyordu. Damarlardan geçerken gördüğümüz alyuvarlar, oksijenleri gerekli  yerlere taşıyorlarken; diğer taraftan mikropların peşine düşmüş akyuvar polisleri, sirenlerini çalarak önümüzden geçiyordu. Sanki  hepsi yapmaları gerekiyormuş gibi görevlerinden şaşmıyor, ciddiyetlerini bozmuyorlardı.

Bir hücrenin zarından geçiyorduk. O kadar seçici geçirgen bir saray kapısı olmasına rağmen nasıl geçebileceğimizi biliyor,  ‘Esselamunaleykum’ diyorduk kapıdaki bekçilere. Selam kutsi olunca zar üstündeki porlar açılıyor, kaldığımız yerden yola devam  ediyorduk. Vızır vızır geçen proteinlere çarpmamaya dikkat ederek hakikatin beşiğine -çekirdeğedoğru yolumuza devam ediyorduk.

Yolda ilerlerken, hücrenin büyük yapılarını sırtında taşıyarak çalımlı çalımlı yürüyen proteinleri görebiliyorduk. Metrelerce uzunluktaki  DNA, kutsal bir emir gibi merkezde tutuluyor; etrafında binlerce okuyucu protein, DNA şifresi üzerinde yazılan emirleri hücreye tellallar vasıtasıyla dağıtıyordu. Herşey bir intizam ve bir mizan içindeydi

Peki, kainatta her şey bir düzene tâbi miydi? Bir düzen varsa, Yaratanın asıl vermek istediği mesaj neydi? Yok olmaya doğru ilerleyen  şu evrende bir düzenin bulunmasının asıl hikmeti neydi? Oysa bu kainatta mahiyeti anlaşılamamış o kadar çok varlık vardı  ki. Milyarlarca ışık yılı uzaklıkta ki gezegeni de nokta gibi görüyorduk; milyarlarca kez küçültülerek yaratılmış proteini de. Teleskopla  bizden binler büyük bir gezegeni arayabiliyorken, mikroskopla bizden binler küçük varlıkların peşine düşebiliyorduk.

Gözümüzde ‘İman Gözlüğü’, detaylarda saklanan hikmetleri bulmak için keşfe en derinden yani DNA’yı hatta kainatı da oluşturan  atomlardan başlayacaktık. Yüzyirmi çeşit atomdan yaratılan koskoca bir kainatın yaratılış sebeplerine, bu atomlardaki hikmetleri aramaya başlayarak ulaşacaktık. Üstad Bediüzzaman’ın deyişi ile ‘Birşeyden her şey, her şeyden bir şey yapan Allah’ın adıyla tüm  mikro alemi gezmeye çalışacak; bu kainatın halifesi –insanlarolarak Allah’ın selamını tüm ‘yokmuş’ görünen ancak aslında ‘varmış’  olanlara iletecektik.


Cihan Taştan'ın Yazısı.