Ahmet Kaya
 
Hayat serüveni içerisinde çok hızlı ve her şeyi yaşamak için uğraşır dururuz. İnsan, kendini toplumsal hayata büyük bir hızla atar. Doğumla birlikte, kalbimiz atmaya başlar ve yalnızızdır. Çevremizdeki onca insan dünyaya geldiğimize sevinir gülücükler saçar. Ancak aradan az bir zaman geçtikten sonra, sen kendinle baş başa kalırsın. İkiz kardeşi olanlarda aynıdır aslında sırayla doğarlar. Yani yine yalnız...
 
İnsan artık doğasına yerleştirmiştir yalnızlığı
 
Dünyayı yurt edinmişiz, hiç göçmeyecek gibi yerleşiyoruz. Hakimiyet alanımızı pekiştirmek için kavgalar, savaşlar yapıp taşkınlıklar çıkartıyoruz dünyada. Mistik düşünürlerde olduğu gibi tasavvufta da olan kendini yetiştirme tarzları arasında yalnızlığın büyük bir önemi vardır. Bunun iç dünyayı açmak ve ilerlemek için yapıldığını biliyoruz. Hep bir şeylerin peşindeyiz. Çevrem geniş, tanıdığım çok olsun istiyoruz. İnsanı yalnızlık korkutur, sıkar aslında. Sosyal ortamda bir şeyler yapamazsa elektronik medyayı kullanır. Çok arkadaş, daha çok arkadaş ekler tanışır konuşur ve biter. İnsan yalnızdır.
 
İnsan doğar, büyür, yaşar ve ölür.
 
Kendi yaşam alanımızı oluştururuz. Kimisini o sosyal ortam içine alarak onlarla aynı ortam da bulunuruz. Büyüdüğümüzü hissettiğimiz andan itibaren farklılık ararız. Evlilikle bu farklılığı süsler, yalnızlığını bir süreliğine bastırır insan. İnsanlar zamanın ayaklarının altından nasıl kaydığını anlayamadan bakmış ki seneler arkada kalmış. Necip Fazıl ne de güzel ifade ediyor: Gençlik Gelip geçti bir günlük süstü; Nefsim doymamaktan dünyaya küstü. Eser darmadağın, emek yüzüstü, Toplayın eşyamı, işim acele...
 
Paskal: “İnsan yalnız ölür”
 
Aslında beni bu konu hakkında düşündüren de Paskal’ın bu sözü oldu. Nasıl olur da insanın çevresinde o kadar insan, hayvan, bitki gibi konuşmak için canlı varken insan yalnız yapayalnız ölür. Mümkün mü bu acaba? Cenaze töreninde bulunmuşunuzdur; tabut baş üstünde gelir toprağa konur, herkeste bir telaş, acele içinde gömüp gitmek istenir. Büyük bir kalabalığın içinde ölü yalnızdır. Kalabalık vardır, tanıdık kim varsa oradadır. Dikkat edildiğinde ise gelenler bir grup belirlemiş kendine sürekli ve aceleci bir şekilde bir şeyler konuşmaktalar. Konuşmalara az da olsa dikkat ettiğinizde gündelik hayat içerisinde yaşanılan hadiselerden bahsedilmekte. İş, politika, sosyal hayat… Ölüden bahseden yok.
 
Ölü yine yalnız.
 
Mevta ikiye bir ölçüsü olan mezara konur. Sanki gelenler düşmanıymış gibi var güçleriyle üstünü kapatmaya, oradan uzaklaşmaya çalışırlar. Ölü yine yalnız. Bakarsın tüm tanıdık akrabaların genç, yaşlı, çocuk, hepsi orada. Ne kadar destek olunmak istense de amaç bellidir; ölen kişi, kendisi olduğunda ona da gelinsin. OSHO kitabında ölümden bahsederken şöyle başlıyor; “ölümü yaşayarak öğrendim. Tanımadığım halde ölenlerin cenaze törenlerinde bulundum. Ölünün yalnız kalışını çevresindekilerin onu umursayışını seyrettim. Kişi öldüğünde son olarak farklı bir enerji yayar, hep o enerjiyi yakalamak için bekledim sonunda anladım ki:
 
İnsan yine yalnız… 


GENÇ'ın Yazısı.