Bir çay bahçesinde bekliyordum. Etrafı seyrediyor, gelen geçenler hakkında fikir yürütüyordum. Tam gezilecek hava diyebileceğim, yılın müstesna günlerinden biriydi. Karşımda genç bir adam tek başına oturuyor. Masa üzerinde ufak bir not defteri, elinde kalem ara ara bir şeyler ciziktiriyor. Necidir acaba? Belki bir yazar? Ya da bir karikatürist? Hatta belki bir meczup? Veya sıradan bir insan işte…

Bir yanımda okey oynayanlar, diğer yanımda tavla oynayanlar, şıngırtılar ve sigara dumanı arasında hayal kurmaya çalışıyorum. Az ileride ise yine yalnız başına bir adam oturuyor. Fakat bu biraz farklıydı. Dirseği masada, başı avuçları arasında düşünüyor gibiydi. Sakalları hafif uzamış, aklar karaların arasından dimdik fırlamıştı. Derin düşünceliydi, neydi acaba sıkıntısı? Belki liseden sonra okuyamamıştı, bu yaşına kadar muvakkat işlerle oyalanmış, fakat bir haftadır iş bulamıyordu. Yalnızca nasıl yapılacağını bilmeden vakit geçirmeye çalışıyordu. Belki bir sevdiği vefat etmişti. Aileden ya da aileden öte birisi… Ya da sadece kederlenmek istemişti. Mutluluk oyunundan sıkılmış, göz yummaktan vazgeçmişti. Artık hüzünlenmek, hüznün gerçekliğini kalbiyle tatmak istiyordu. Ah hayaller! Olmasalar nasıl geçecek vakit?

Ben hayallere daladurayım, arkadaşım geldi bu arada. Yerimden kalkmadan, yalnızca elimi uzatarak selamlaştım. Bir önceki romanı getirmişti. Şimdi sıradakini vermem gerekiyordu. Lakin dışarıdaydık, kitaplığımdan alıp veremeyecektim. Birer çay içip havadan sudan konuştuk. Romanla alakalı sorular sordum. Ne oluyor, nasıl bitiyor? Hemen her ayrıntıya dikkat etmişti. Şaşırdım, zira ayrıntıların yalnız okuma kültürü olanlara tat vereceğini düşünürdüm. Ardından;

- Kalk, kitapçıya gidiyoruz. Dedim.

Hesabı ödedik, kalktık. Elimde bir kitap bir de hırka, yanımda arkadaşım, yürüdük sahaflara doğru. Kitapçıya girdiğimizde şaşırmıştı. Şaşılmayacak gibi değildi zaten; geniş duvarlar boyunca kitaplık ve üzerinde belki de milyonlarca kitap… Rafların arasına dalmayı severim, lakin “aradığınız bir kitap var mıydı?” diye sorarak kitaplarla arama giren satıcıları görünce hiddetle çıkıp kaçasım gelir. Kitap satmak yalnızca bir esnaflık değil, kitabın ve okuyanın dilinden anlayabilmeli dükkân sahibi. Kitaplara mal, okura yalnızca müşteri gözüyle bakmamalı.

Arkadaşımın şaşkınlığı ise uzun süre devam etti. Yazılacak bunca şeyin var olabilmesini anlayamıyordu belli ki.

- Ne kadar çoklar, insan korkuyor, okunacak ne çok kitap var!

Birlikte dolaştık raflar arasında. Alışkanlık olmuş önce tarih kitaplarını incelemek. Belki defalarca elime aldığım fakat fiyatlarını görünce usulca yerlerine bıraktığım kitaplarla doludur tarih kitaplığı. Bazen bir cesaret ile aldığım kitabı bırakmaz, kasaya götürürüm. Sonra heyecanla, trafiğin olduğunu bile bile, metro yerine ilk duraktan otobüse biner, uzun yol boyunca okumaya koyulurum. Eve ulaştığımda ise kitabın cazibesine göre, ya dinlenirim ya da fasılasız okumaya devam ederim.

Arkadaşımın ise kitaplarla arası yoktu. Onu okumaya ben zorluyordum. Benden önce kitaplarla tanışmamış, ilgi de duymamıştı. Aslında düz bir insandı, hayat onun için bir matematik denklemi kadar kolay ve netti. Belirli eylemleri yaparsan denklem doğru sonucu verir ve iyi bir insan olursun. Belki de haklıydı… Yine de kitaplar vasıtasıyla onun muhayyilesini biraz olsun kamçılamak hoşuma gidiyordu.

Kitapçıdan çıkacağımız vakit bana bir soru sordu;

- Neden okuyoruz abi?

Sustum. Verebileceğim bir cevabım olduğundan şüpheliydim. Daha doğrusu tek ve sabit bir cevabım olmadığını düşünüyordum. Hâlâ düşünüyorum; neden okuyorum?

Yalnızca entelektüel görünmek için mi? İnsanlar okuduğumu bilsin, hakkımda konuşurken “o bilir, çünkü o okuyor” desinler diye mi?

Ya da tek amacı yepyeni bir görüş, yeni bir vizyon sahibi olabilmek midir?

Merak mı beni okumaya sevk eden? Geçmişe ve bambaşka dünyalara olan ilgimdir belki de sebebim.

Belki yalnızca sevdiğimdendir. Başkalarının dertlerini hissetmek, derdini yazabilen her muharrirle hemhâl olabilmektir amacım.

Veya bir sebebim yoktur. Tek başına bir eylemdir okumak, sebepsiz ve amaçsız…

Belki de yalnızca “Oku” dediği için Yaradan, ilk ve son emri olduğu içindir okumaya olan düşkünlüğüm.

Dışarı çıktığımızda hava serinlemişti. Güneş batmak üzereydi. Ben bütün bunları düşünürken o, sorduğu soruyu unutmuş, benim duymadığım bambaşka konulardan bahsediyordu. Durağa kadar yürüdük. Ayrılacağımız vakit;

-Bilemiyorum. Çok da düşünmüyorum açıkçası. Yalnızca okuyorum ve bana iyi geliyor.

-Efendim?

-Okumak diyorum, bence aşk kadar sebepsiz.

-Anlıyorum.

-Selamünaleyküm.

-Aleykümselam

Bunlar oldu dilimden dökülenler. Şimdi, tekrar tekrar düşününce anlıyorum, aslında hepsinden bir parça var. Okumanın bence tek bir sebebi yok, bir sebebe ihtiyacı da yok. Çünkü O, yalnızca “Oku” dedi… 


Mehmet Emin Gül'ın Yazısı.