Bilgehan Yıldız

Batıda, Britanya kökenli dilin içinde yeşermiş güzel bir deyiş vardır: “Yesterday is history, tomorrow is a mystery, and today is a gift; That`s why, today is called present in English”.

Dillerin içinde yetiştiği kültürlerin meyvesi olduğunu düşünürsek, Batı dünyasının çarpık zaman tasavvurunun doğurduğu ama kulağa hoş gelen bir deyiştir bu. Batı, geçmişi fazla kafaya takılmaması gereken, geleceği ise ne olduğunun bilinmemesi hasebiyle çok da kafa yorulmaması gereken bir zaman dilimi olarak yorumlar. Bu anlayış, Latin kökenli dillerde kendini şu şekilde gösterir; Carpe Diem, namı diğer: Anı Yaşa. Peki, Batı, yarın söz konusu olduğunda bu kadar savrukken, nasıl oluyor da Papalık Müslümanları Endülüs`ten kovabilmek için 400 senelik plan yapabiliyor? Ya da Amerika siyasi ve ekonomik planlarını 300 yıl üzerinden yapabiliyor?

Aslında Batı`nın yarın kavramını çarpıklaştırmasıyla, Kilisenin toplum aklının dengesini sarsması arasında yakın bir ilişki var. Bu, uhrevi hayattan kopan ve herhangi bir ahiret endişesi kalmayan toplumun, ahlaki mevzularda “Carpe Diem” demesiyle kendisini yüzeye çıkarıyor. Yani uhrevi bir “yarın” yokmuş gibi bu dünyada ye, iç, gönlünü eğlendir... Aşırı materyalist bir dünya tasavvuru, Batı`ya üç yüz yıllık dünya planları ve yalnızca bugünü kapsayan bir manevi hayat tasavvuru kazandırmıştır.

Peki, Müslümanın durumu ne? Bırakın üç yüz yıllık dünya planlarını, son üç yüz yılda günlük planlar yapamayan bir ümmet görüyorsunuz. Müslümanlar, Osmanlının son dönemiyle beraber dünya ve ahiret işlerinde duraklamaya girmiş ve özelikle bozuk bir sûfi geleneğin etkisinde kalmıştır. Osmanlı, yarını planlama işinde çuvallamış ve ümmet, Batının aksine dünya işlerinde bir Carpe Diem havasına bürünmüştür. Allah bir günlük yaşaması için yarattığı kelebeği bile detaylar içinde süslerken, ümmet 300 yıllık tarihini günlük olaylar içinde bocalayarak geçirmiştir.

Aslında bu iki tarafın da – Doğunun ve Batının – bozuk tasavvurunu düzeltmek için şöyle diyelim; Müslümanın vasat ümmet olabilmesi için dünya ve ahiret tasavvurunu doğru yapması gerek. Bugün bu kaosun içinde Müslüman için “yarın” kelimesini lügatten kaldırmak demek, ümidi, imkânı lügatten kaldırmak demek… Doğu’nun insanı artık şunu kanıksamalı: Dün sen bugünü nasıl yaşarsan yaşa hep var olacak, fakat aydınlık yarınlar hep karanlık, dikenli, tozlu bugünler üstüne kurulacak.

Müslüman için gündem belki de şu ikiliden biri olmak; Ya karanlığın içinde karanlığın örttüğü vasıfsız bir obje olmak, ya da Konfüçyüs’ün dediği üzere bu karanlığa bir kibrit çakmak. Bu noktada ümmet, aydınlık yarınlara inanmalı, aydınlık hayaller kurmalı ki o hayaller yaşanmamış bir hayattan alınmış bir borç gibi yiğidin kamçısı olsun. Müslüman gelecekten aldığı bu borç hayaller için var gücüyle bugünlerinde çalışmalı, karanlık bugünlerinde yıldız gibi parlayacak aydınlık hayallerini, aydınlık yarınlarını başucundan hiç ayırmamalı. Sözlerimizi sırf bir coğrafyaya karşı olmadığımızı kanıtlamak için Fransız atasözüyle bitirelim: “Yıldızlara dokunamazsınız ama onlar karanlık gecelerde size yol gösterirler.” 


GENÇ'ın Yazısı.