Bilim, bebeklerin dilindeki yeni yetme kelimeler gibidir... Bilim, anlaşılmaz birkaç kelime olmak yerine manası düşünülerek tekâmül ettirilmelidir. Evet, eğer bir gün biri ‘’Kanseri tamamen yok eden bir hücre yarattım!’’ dediğinde bunu söyleyen ancak Âlim olan Allah olacaktır...

Bu aralar yeni bir proje üzerinde çalışıyoruz... İnsanlardan aldığımız hücrelerin genetiğini değiştirerek ve hatta içine biraz da farelerden aldığımız gen parçaları ekleyip, kanserli hücreleri tanıyıp öldürebilen bağışıklık sistemi hücreleri oluşturabiliyoruz... Şu an yüzde 90-95 oranında sadece kanserli hücreleri tanıyıp öldürebilen genetiği değiştirilmiş insan hücreleri oluşturabiliyoruz... Ama ilk kez yapılmış, başarılmış bir çalışma değil ve daha cevaplanması gereken birçok soru bekliyor laboratuvarımızda. (Bakınız Youtube, Immunotherapy: Boosting the immune system to fight cancer) Ancak, asıl nokta bu başarı değil; belki bu gibi başarıların insanlarda oluşturduğu ‘’yaratmak’’ kibiri duygusu ve bunun aynen böyle insanlara empoze edilmesi...

Kibir, çok kötü bir şey... Ve belki en kibirli olan insanlar, bilim ile hemhal olanlardan çıkmaktadır... Şunu bunu ‘’yarattım’’ (!) vaveylalarına en yakın örnek, sentetik biyoloji çalışmalarından verilebilir... Bu çalışmalar her gün laboratuvarlarda yaptığımız canlıların genetiğinin değiştirip belli amaçlara yönelik kullanılması için gerçekleştirdiğimiz projelerdir... Bunlardan belki de en geniş kapsamlısı yirmiden fazla bilim insanın Craig Venter önderliğinde bir araya gelerek 40 milyon dolar harcayıp gerçekleştirdikleri ‘’Sentetik Hücrelerdir’’. (Ian Sample, Craig Venter creates synthetic life forms, theguardian, Mayıs 2010) Tamamen laboratuvar ortamında yapılan sentetik hücre çalışmasının hemen bütün yayın kuruluşlarında ‘’Tanrı’yı oynayanlar!’’ veya ‘’Hücre yarattılar!’’ başlıklarıyla tanıtılması, bilimin materyalist boyutunun insanları nasıl firavunlaştırdığını gösteren en zahir tablolardan biridir.

Sentetik hücre, genel hatlarıyla tamamen bilgisayar ortamında bir canlı kodunun analiz edilip, laboratuvar ortamında üretilmesi ve bu DNA kodunun DNA’sı çıkarılmış bir bakteri hücresinin içerisine klonlanıp yaşatılabilmesi şeklinde açıklanabilir. Ancak bu tip çalışmalarda bir kesim bilim insanı verilen ilmin hayret boyutlarında yaşamasına rağmen manen kaçırılan öyle hususlar vardır ki, bazı bilim insanları da ‘’kendini Tanrı gibi görmeye ve yoktan yaratabildiğini’’ zannetmeye başlamıştır. Gerek doğada olmayan farklı canlılar ‘’yarattığını’’ (!) söyleyen bilim insanlarının, gerekse de bu gibi bilimsel gelişmeleri takip edip, ‘’bilim varken bir yaratıcıya inanmamıza gerek yoktur.’’ diyen insanların görmek istemedikleri bazı gerçekler vardır. Çünkü aslında bilgisayarların, DNA kodlarının, laboratuvarların, DNA’nın üretilmesinde kullanılan bütün kimyasalların insanlar tarafından yoktan var edilip de bu çalışmalarda kullanılmadıkları bellidir. Yani hiç kimse, Allah tarafından ‘’yoktan var edilmiş’’ ekipmanların, kimyasalların ve hatta bilim insanlarının akıllarında olan ilmin dahi bu projelerde bilim insanları tarafından yoktan yaratılıp da yeni bir canlının laboratuvar ortamında oluşturulduğunu söyleyemez. Buna rağmen tüm bu yaratılan imkânların ve yine insanoğluna verilen ilimle oluşturulan ‘’genetiği değiştirilmiş sentetik hücrelerin’’ baş kahramanları, ya kendilerini tanrı yerine koymuş ya da onlara bu firavunluk birçok yayın kuruluşu tarafından isnad edilmiştir.

Bilim insanları yeni bir keşif yaptığında, Allah’ın yarattığı ve kullarına verdiği ilmi sahiplenip ‘’ben yaptım’’ demeleri ya da bu ilmin Allah’tan geldiğine şükretmeleri arasında gidip gelmektedirler. Bu duruma en büyük temsil, Hz. Süleyman (as) kıssasından verilebilir. Hz. Süleyman (as) vezirlerine Sebe Melikesinin tahtının kendisine getirilmesini emreder. ‘’Kitap ehlinden’’ bir veziri, bu emri ‘’göz açıp kapatıncaya’’ kadar kısacık bir sürede (ışınlanma teknolojisine haber verir bir tarzda) yapar ve tahtı Hz. Süleyman’ın (as) önüne ışınlar. Bu Kur’anî kıssa, belki de insanoğlunun sahip olduğu ilimle ışınlanma teknolojisine eriştiğinde! takınılması gereken tavrı gösterir. Yoksa bu bilimsel gelişme, muhakkak kibir ve gururun zirve yapacağı bir olay olacaktır. Oysa Hz. Süleyman (as) kendisine verilen hükümranlık kadar, ilmin de Allah tarafından ihsan edildiğinin bilincinde olduğunu şöyle ifade etmektedir: ‘’ …. Bu, şükür mü, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni denemek için, Rabbimin bana bir lütfudur. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Rabbim her bakımdan sınırsız zengindir, cömerttir.’’ (Neml Sûresi, 40) 

Henüz yolumuz çok uzun... Bilim, bebeklerin dilindeki yeni yetme kelimeler gibidir... Bilim, anlaşılmaz birkaç kelime olmak yerine manası düşünülerek tekâmül ettirilmelidir. Evet, eğer bir gün biri ‘’Kanseri tamamen yok eden bir hücre yarattım!’’ dediğinde bunu söyleyen ancak Âlim olan Allah olacaktır...


Cihan Taştan'ın Yazısı.