Bugün hayalet kafesleri ziyarete gidiyorum. Nefesleri hâlâ duvarlarda yankılanıyor. Çığlıkların hüznü parmaklıklara yapışmış. Demir kapıların sesiyle ürperiyorum. Adım yok oluyor ve ben numaramı bile hatırlayamıyorum. Al Capone, Makinalı Tüfek ve Alcatraz Kuşçusu birkaç hücre yanımda. Cezamız şehrin ışıklarını parmaklıklar arasından seyretmek. Hapishane kütüphanesinden bir kitap alabilmek için bile en az beş senedir bir sorun çıkarmamış olmam gerekli. Gözlerim kararıyor.

Sislerin arasından Alcatraz’a doğru yol aldık. Bundan yıllar evvel mahkûmlar adaya yaklaştıkça isimleri silikleşti. Harflerin yerini rakamlar aldı. Onlar hapishanelerdeki en azılı suçlulardı. Bugün hayalet kafesleri ziyarete gidiyorum. Nefesleri hâlâ duvarlarda yankılanıyor. Çığlıkların hüznü parmaklıklara yapışmış. Demir kapıların sesiyle ürperiyorum. Adım yok oluyor ve ben numaramı bile hatırlayamıyorum. Al Capone, Makinalı Tüfek ve Alcatraz Kuşçusu birkaç hücre yanımda. Cezamız şehrin ışıklarını parmaklıklar arasından seyretmek. Hapishane kütüphanesinden bir kitap alabilmek için bile en az beş senedir bir sorun çıkarmamış olmam gerekli. Gözlerim kararıyor. Kendimi zar zor turistlerin gezindiği avluya atıyorum. Temiz hava yüzüme çarptığında adım geri dönüyor.

Damarlarında altın ateşi yanan California’nın bu ihtiyar şehri. 1848’den önce yerlilerin çoğunlukta olduğu sınır kasabasıydı. Bugün Amerikalıların ülkeleriyle böbürlenip göçmenleri küçümsemesine bakmayın daha iki yüzyıl önce onların olmayanı zulümle ele geçirdiler. Zengin olma ümidiyle göçtükleri altın şehirde nüfus bir yılda binden yirmi beş bine fırladı. Karınca sürüsü gibi toprağı delik deşik ettiler. Kimi altını buldu, kimi hayal kırıklığını, Kırk dokuzlar diye anılan bu göç akımı sonunda, muhteşem bir şehir kuruldu. Depremlerle yandı, yıkıldı, ama daha güzel ve ihtişamlı ayağa kalktı. San Francisco’nun simgesi Golden Gate köprüsü kuruldu. Meşhur kaçılması imkansız hapishane Alkatraz adaya yerleşti. Hippilerin şehiriydi. Günümüzde hâlâ işleyen tramvay 1873’de ilk yolculuğuna Clay Street’te başladı.

San Francisco denince akla ilk gelen tramvay ve sisler arasında kaybolmuş kırmızı köprüdür. Sabahın ilk saatlerinde daha şehir uyanmadan tramvaya bindik. Açık bölümdeki tahta banklara oturduk. Tepeden aşağı inerken kızım da tüm turistler gibi ayakta direğe tutunarak yol almayı tercih etti. Hani filmlerde olur. Tek kolunu ve bacağını boşluğa atar havaya sarılmayı denersin. Rüzgâr yüzüne vurdukça uçtuğunu hayal edersin. Şehir pek çok hörgücü olan deveyi andırıyordu. Yolda yılan gibi kıvrılan Lombard Street’in, balkonlardan sarkan çiçeklerin, tam karşımızdan gelen tramvayın resimlerini çektik. Sahile yaklaştığımızda kırmızı köprü sislerin arasından gülümserken Alcatraz acı acı sırıtıyordu. Son durak Fisherman wraft: kıyı boyunca uzanan iskeleler grubu. Bütün bir gün geçirilmesi gereken yerlerden biri; bisiklet, Go Car* veya Segway** kiralayıp dolaşabilirsiniz. Deniz üstünde farklı geziler yapmak da mümkün, sakince Alkatraz adasının çevresinden dolanıp rehberin anlattıklarını mı dinlemek istersiniz yoksa bir sürat teknesiyle hız yapıp Bay bridge’in (San Fransisco’nun ikinci köprüsü) ayaklarında daireler çizmek mi? Kızım da bana benzediğinden bizim seçimimiz daha motorları gördüğümüzde belliydi.

Yemeğimizin yanına Baudin’den*** ekmeklere doldurulmuş çorbalardan aldık. Evet yanlış okumadınız. Çanak şeklindeki ekmeklerden önce çorbayı içiyorsunuz sonra da ekmeğinden birkaç parça yiyebiliyorsunuz. İskelenin ucuna gidip Alcatraz ve köprülere karşı yemeğimizi yedik. Hemen yanımızda denizaslanları oyunlar yapıp yüzerken arkamızda şahane şehir tepelere tırmanıyordu. Kıyıda uçurtmacı Papağan, korsan, pamuk prenses ve Havai deseni mayolu bir sörfçüden oluşan uçurtmalarını diziyordu. Meyve pazarındaki çilekler neredeyse limon büyüklüğündeydi. Karanlık çökerken çileklerin tadı damağımızda otelin yolunu tuttuk

Yeni güne Golden Gate parkından başladık. Japon çay bahçesi, müzesi, nostaljik yel değirmeniyle park, şehrin içinde sayfiye hayatı sunmakta. Kırk tepeden oluşan zapt edilemez şehrin Viktorya sitili rengârenk binaları sadece Alamo caddesinde kalmış. Tarihten bir yaprak olarak gezilen bu sokak Üsküdar sokaklarıyla kıyaslanamayacak kadar genç. Şehrin dışında da gezilecek yerler vardı. Redwood ulusal parkında ulu ağaçlar 115 metreye ulaşıyordu. Kızıl derilerin kutsal ormanında minik köprüler akarsuyun üstünden geçit verirken, dalların ördüğü kubbeden gün ışığı sızmaya çalışıyordu. San Francisco’ya dönerken Sausalito’ya uğradık. İlk bot evlerle kurulan kasabanın minik dükkânlarını gezip muhteşem dondurmalar tattık. Dev boyuttaki külahlar Amerika doğumlu Cheesekek’in yerini tutmasa da burnumuz bile dondurmanın tadından nasiplenmişti…


*İki kişilik çarpışan araba benzeri yolda giden arabalar.

**Ginger: dengeyle hareket ettirilen tek kişilik araç.

*** Yemek servisi de olan fırınlar zinciri.


Hande Berra'ın Yazısı.