Hasan Aycın’ı bir ziyaretimde nasıl geçti, nereden geçti ise 80 kuşağı meselesine geldi konu. “Asımcığım, bizde böyle kuşak muşak yok. Bunlar bize soldan geçme şeyler, 68 kuşağı denilen şeye özenmekle ortaya çıkan şeyler.” dedi. Tamam, kuşak yok ama bu çatışma neyin nesi?

Geçende kuşak çatışmasına nasıl bakıyorsunuz diye sordular da düşündüm. Benim bir kuşağım olmadı. Bir kuşağım olduğu hissini yaşamadım ben. Ama bir kısım çatışmalarım oldu.

Sakin kafayla anlamaya çalışıyorum, hangi kuşaktanım ben? Kimlerle çatışıyorum?

Onların suçları ne, beni haklı kılan şeyler neler?

Benim gibi olanlar var mı?

Bir kere şu anki durumum çok da yaşımdan kaynaklanmıyor. Benim İslamcı oluşum yaşıtlarımla alakalı da değil.

Her ne kadar Boğaziçili ve Amerikatik sosyal bilimciler İslamcılığın dönemsel bir akım olduğunu iddia etseler de, isimlendirmenin kendisi de onlara ait problemli bir isimlendirme olduğu gibi bu değerlendirmeleri de problemli elbette.

Müslümanın kuşağı?!

Hasan Aycın’ı bir ziyaretimde nasıl geçti, nereden geçti ise 80 kuşağı meselesine geldi konu. “Asımcığım, bizde böyle kuşak muşak yok. Bunlar bize soldan geçme şeyler, 68 kuşağı denilen şeye özenmekle ortaya çıkan şeyler.” dedi.

Tamam, kuşak yok ama bu çatışma neyin nesi?

Mesela 80’li yılların İslamcı gençliği farklı bir boyuttan bir çatışma yaşadılar. Hadis ve ayetlerde okuduklarının gündelik hayata uygulanmamasına çok bozuluyorlardı ve büyüklerini sık sık eleştiriyorlardı. Gelenek ve göreneklerin sahih İslam’la pek de alakası olmadığını, imamların tağutun emrinde olduğunu söylüyorlardı. Dolayısıyla bol tartışıyorlar, büyükleriyle anlaşamıyorlardı.

Ama kuşak çatışması mıydı yaşadıkları? Zannetmiyorum!

Kuşak çatışması neyin nesi o zaman?

Neye kuşak çatışması deniyor?

Gerçekten de 70’li yılların gençlerinin davranış biçimleri ile 80’li yılların gençlerinin davranış biçimleri arasında çok temel farklılıklar var mı?

Ya 90’lı yılların gençliği nasıl?

Ama bu gençler arasında çatışma söz konusu değil ki. Onlar arasındaki şey dönemsel farklılık; kuşak çatışması değil! Birbirleri ile çok da çatışmıyorlar. En fazla yaptıkları birbirlerini iplememek!

Çatışmak için asgari şartlar!

Kuşak çatışmasında yukarda iktidar olarak büyükler olacak. İktidar ve aynı zamanda kısan, sınırlardan bahseden büyükler: Anne, baba, amcalar, öğretmenler, işinize burnunu sokan komşu, velhasılı çevre!

Altta ise ezilen, insan gibi(!) yaşaması engellenen, “siz hiç genç olmadınız mı!” diyen isyanlardaki genç!

Çocuklarla büyükler arasında bir kuşak çatışması göremiyoruz. Zira seçme gücüne sahip, irade sahibi insanlar arasında yaşanıyor problemler.

Tamam, beş yaşındaki çocuğu ile geçinemeyen anne babalar mevcut! Ama onlar çatışmıyorlar çoğunlukla, ya çocukcağızı ezip geçiyorlar, ya korkutuyorlar ya da dövüyorlar direkt!

Farklı iradeler tezahür ettiği anda çatışma için gerekli asgari şart sağlanmış oluyor. Bu farklılığın çatışmaya dönmemesini sağlamak ise çok zor.

Demek ki kuşak çatışmasının oluşmasında önemli etkenlerden birisi gencin bir irade ortaya koyması olmalı.

Ortaya konan iradenin beğenilmemesi, yanlış veya gereksiz görülmesi ise çatışmanın fitilini ateşleyen nokta oluyor.

Eskiler ne kadar çatışırdı bilemiyorum ama günümüz boyalı imaj devrinde gençlerin imaj dünyasının köleleri haline getirilmiş olması bu çatışmayı doruk noktalara taşıyor.

Gence sorarsak sürekli bir kısım “farklı” talepler peşindeki genç, büyükleri tarafından kısıtlanmakta, engellenmekte, azarlanmaktadır.

Böylece gençlik “kimsenin kendilerini anlamadığı” insanlar haline dönüşmektedir.

Elbette üst kuşağıyla çatışan genç, taleplerinin ne kadarının kendi talebi olduğunun pek de farkında değildir. O da arkadaşlarından, yaşıtlarından gördüğü şeyleri yapmak istemektedir. Çevresindeki benzerlerinden gördüğü davranış, tüketiş, vakit geçiriş, seviş, yaşayış biçimlerinin aslında tüketim kültürü denilen şapşal pagan kültürün herzeleri olduğunu düşünebilecek konumda değildir.

O bütün özenti taleplerinin kendisine ait olduğunu, kendisinin en doğal hakkı olduğunu düşünmektedir.

Dincilerin çocukları! Bizimkiler!

Dinle ilgili kaygılarını önemseyen gençlerin böylesi hastalıklardan kendilerini koruyabildiklerini görmek zor değil fakat dinsel kaygılarını önemseyen insanların çocuklarında durum nasıl ortaya çıkıyor?

Tek kelime ile söyleyelim: Berbat! Berbat bir şekilde ortaya çıkıyor.

Anne baba dinî, ahlakî kaygılar peşinde. Fakat çocuklarının din, iman, İslamcılık, “ne olacak bu ümmetin hali” gibi kaygıları yoktur. En fazla yaptıkları arada bir zor bela namaz kılmaktır hatta çoğunda o bile yoktur.

Erkekse kuşak çatışan gencimiz kız arkadaşı konusunda anne babası ile anlaşması zordur.

Kız arkadaşından annesinin örtülü olmasından dolayı utanmaktadır.

Diğer arkadaşlarıyla “istediğini” yapmak istemektedir ve ailesi bunun önünde engeldir.

Baba ise onun taleplerini karşılamayı bırakın, “oğlum sen ne zaman adam olacaksın, bir Müslüman gibi düşünüp yaşayacaksın!” derdindedir.

Kız ise kuşak çatışan arkadaşımız onun hali daha da karışıktır. Biz kızlara bu din haksızlık yapıyor hissi, erkekler ile din arasındaki irtibat kuruş biçimleri, görünme beğenilme takıntısı, onlarda var bende niye yok tasası, kocaman kız oldum, hâlâ bana karışılıyor tepkisi...

Ve daha neler neler..

Bu arada büyükler de ne yazık ki artık eskisi gibi pek de sütten çıkmış ak kaşık değil. Şeytanın hizmetindeki hayat tarzı, iş hayatı, komşusuzlaşarak bir arada yaşama tarzları, helal rızık yeme kaygısı ile kaygılanma oranındaki düşüş ve birçok şey de değişmiş durumda büyüklerimizde. Gördüğümüzde sahabe görmüş gibi, mübarek bir zat görmüş gibi hisler bırakan büyükler eskisi kadar çok çıkmıyor karşımıza! Ama büyükler iyi olmamızı, düzgün Müslüman gençler olmamızı istiyorlar. Hatta bazen şartlar gereği filan deyip ülke buna hazır değil deyip Müslüman genç olduğumuzu da söylemememizi, belli etmememizi istiyorlar.

Bunlarla hem de birçok manevi zenginliklerini yitirmiş bu Allah’tan uzaklaştırıcı kentlerde nasıl baş edeceğiz?! Nasıl?!

Elbette kuşak çatışarak değil; o az ve kıymetli olan, sayıları gittikçe azalan “güzel adamları” bularak!


Asım Gültekin'ın Yazısı.