Adem Özköse ve Hamit Coşkun belgesel çekimi için Suriye’ye gitti ve 69 gün boyunca kendilerinden haber alınamadı. Herkes duacı oldu kendileri için. Türkiye’nin ve İHH’nın yoğun diplomasi uğraşları sonucunda, Mayıs ortasında ancak dönebildiler ülkelerine. Adem Özköse ile Suriye’de yaşadığı zor günleri konuştuk.

Öncelikle, Suriye’ye neden gittiniz sorusu ile başlayalım?

Suriye’de yaşanan zulüm her geçen gün içimizi daha da acıtıyordu. Bir şeyler yapmamız gerektiğini konuşuyorduk. 11 yaşındaki bir çocuğun gözlerinden Suriye’de yaşananları bir belgesel haline getirme amacıyla Suriye’ye gittik.

Tutuklanmanız nasıl gerçekleşti?

Suriye’de bir gece kaldık. Sabah belgeseli çekmeye başladıktan kısa süre sonra yoldan geçen arabalara silahlı bir grubun ateş açtığını gördük. Biz de kaçmak istedik fakat siperdeki birkaç kişi bize de ateş etti. Yanımıza gelip ellerimizi bağladılar. Hem kendi aralarında bağrışıyorlar hem de bize bağırıyorlardı. “Siz kimsiniz” dediğimizde “biz rejim yanlılarıyız” dediler. Kendi aralarında da bir düzen olmadığı için birbirlerine de sürekli bağırıyor, kızıyorlardı. Şoförleri farklı bir yere, bizi farklı bir yere götürdüler. Tutuklanmamız böyle gerçekleşti.

Sonra ne oldu?

Gözlerimizi ve ellerimizi bağlayarak bizi mahzen gibi bir yere götürdüler. Kendi aralarında “bunları öldürecek miyiz?” diye konuşuyorlardı. Ben öleceğimizi düşünerek “namaz kılalım” dedim Hamit’e. Ama endişelenmesin diye nedenini söylemedim. Sürekli yer değiştiriyorduk. Mahzenden sonra evlere götürdüler bizi, üç ev değiştirdik. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Kendimizi bir gerilim filminin içinde hissediyorduk. Her lavaboya gidişimizde, sadece gözlerini gördüğümüz üç kişi bize silah doğrultuyorlardı. Her ev değiştirişimizde evi silahlı adamlar basıyordu gece 2-3’de ve apar topar götürülüyorduk. Bu ev değiştirmelerden sonra Şam’a götürüldük. Ama biz nereye geldiğimizi sonra öğrenecektik. Devlete teslim edileceğimizi söylediklerinde ben rahatladım biraz. Çünkü gazeteci olduğumuz için sıkıntı yaşatmazlar bize diye düşündüm, ama öyle olmadı.

EN ÇOK ÇOCUKLARIMI ÖZLEDİM

Nasıl bir yerdi? Neler yaşadınız?

Yerin altında tek kişilik hücrelerde kalıyorduk. Eni bir metre, boyu 2 metre olan, simsiyah kapısı bulunan bir hücre. Hamit ile 53 gün boyunca görüşmedik. Onun için çok endişelendim. Daha 21 yaşında… Bu tek kişilik hücrelerde 5-6 kişi kalan da vardı. Bazıları çıplaktı. 1 hafta boyunca uyutmuyorlardı onları. Düşünün duvara bile yaslanamıyorlar. Hatta şunu söyleyeyim. Bizi kameralarla izliyorlarmış ben fark etmedim. Kıyafetlerimi değiştirdiğimiz esnada birkaç dakika bir odada durduk, kameraları açık unutmuşlar orada bütün kameraları gördüm. Onlarca farklı sahne. Birinde 60-70 erkek çıplak ve üst üste dizilmişti. Kadınlar ve çocuklar da vardı bu hücrelerde. İsrail bile yapmıyor bunu. Yazıklar olsun!

Ben sürekli Kur’an okuyordum. Hafızlığımı tazeledim. Günde üç defa, onların belirlediği vakitlerde tuvalete çıkarıyorlardı. 20 günde bir kıyafetlerimizi değiştirmemize izin verdiler. Sabah 4-5 gibi işkenceler başlıyordu. Biz işkence seslerine uyanıyorduk. Çok kötü bir duygu. Fiziksel bir işkence görmedik çok şükür ama bunlar da işkence gibiydi. Hiçbir sebep yokken su içmeme, tuvalete gitmeme cezası veriyorlardı. “Biz nereye düştük böyle” diyordum. Tutuklu çocukların endişeli ve korku dolu bakışları beni çok etkiledi. Sürekli tehdit ediliyorduk. En çok da çocuklarımı göremeyeceğim diye endişelendim. Çocuklarımı ilk gördüğümde de anlatamayacağım hisler yaşadım, dayanamayacağımı düşündüm.

Sizi ne için bekletiyorlardı?

Suriye zindanlarında bekletilmek için belli bir sebebe ihtiyaç yoktur. Ama bizi takas için bekletiyorlardı. “Onlar bizimkileri öldürürlerse biz de sizi öldürürüz diyorlardı.” Bir de bizi ajan zannediyorlardı. “Ahmet Davutoğlu sizi neden bu kadar çok istiyor, ajan mısınız?” diye sürekli soruyorlardı bize.

ÖNÜNÜZE DUVARLARIN KAPANMADIĞI BİR GÜNE UYANMAK ÇOK GÜZEL!

Çıkışınız nasıl oldu?

Diri olmak için hücre içinde sürekli dolanıyordum. Hamit yanıma gelinceye kadar hep böyle oldu. Kur’an’dan etrafıma bir kalkan oluşturdum. Sürekli Kur’an okuyordum. Hatmimi bitirdikten 15 dakika sonra Bülent (Yıldırım) abi geldi. Hanımıma bir bayanın beni rüyasında gördüğünü, ‘hatmim bitsin geleceğim’ dediğimi söylemiş. Gerçekten öyle oldu. Bülent abiler geldikten sonra rahatladık. Önce Tahran’a ardından İstanbul’a geldik. İstanbul’da olduğu gibi İran’da da bizi karşılayanlar oldu. Özgürlük çok güzel bir duygu. Fatih’te yürümek, güneşi görmek çok güzel bir duygu. Önünüze duvarların kapanmadığı bir güne uyanmak çok güzel.

EN GÜZEL SENARYO ALLAH’TAN

Şimdi neler hissediyor, ne düşünüyorsunuz?

Asıl imtihanın şimdi başladığını düşünüyorum. Suriyeli kardeşlerimizin neler yaşadığını, neler çektiğini gösterdi Allah bize. Sorumluluğumuz arttı. Öncelikle “hücre” isimli bir kitap yazacağım. Onlar defalarca senaryolar ürettiler ama en güzel senaryoyu Allah yazdı ve Allah’ın senaryosu oynandı. Bundan sonra da böyle olacak.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.