Anladım ki Kudüs İşgal Altında, Mescid-i Aksa Tutsak
‘‘Bizim içimizde bu özlem ateşi yanıp duracak; ta ki Mescid-i Aksa’da, orayı ve çevresini özgürleştirdikten ve gerçek sahiplerine iade ettikten sonra orada namaz kılana kadar… Ancak bugün kim Mescid-i Aksa’da namaz kılmaya özlem duyarsa, Allah emaneti ehline iade edene kadar, özlem ateşini Medine’deki Mescid-i Nebevi’ye ve Mekke’deki Mescid-i Haram’a yolculuk yaparak söndürsün…”
Yusuf el-Karadavî’nin Müslümanların Kudüs’ü ziyaret etmelerinin haram olduğu yönündeki fetvasını belki duymuşsunuzdur. Bu kıymetli âlime göre, Kudüs’ü ziyaret etmek hem İsrail’i tanımak anlamına geliyor; hem de onu maddi açıdan desteklemek… Öte yandan bu fetva, Müslümanların Kudüs’ün işgal altında olduğunu hissedip Kudüs’ü özgürleştirmek için biraz gayrete gelmeleri amacı güdüyor. (Karadavî, Fetâvâ Muâsıra, III, 474-7) Doğrusu bu fetvayı Ürdün’e gelince öğrendim. Câmiatü’l-Ulûm el-İslâmiyye’de tefsir hocası, Salah el-Hâlidi de, birkaç gün önce bu fetvayı gündeme getirerek, bunun çok isabetli olduğunu söyledi.
Yıllardır içimde hep Kudüs’ü ziyaret etme isteği vardı. Mescid-i Aksa’da namaz kılmak hep hayal ettiğim bir şeydi. Ürdün’e gelince bu arzumun kat kat arttığını söylemeliyim. Zira Kudüs Amman’a o kadar yakın ki, kolunuzu uzatsanız neredeyse Kudüs’e değecek.
Söz konusu fetvayı makul görmekle beraber içimdeki bu arzuya yenik düştüm. Netice itibariyle Mescid-i Aksa, Allah Rasûlü’nün (s.a) ziyaret etmeyi tavsiye ettiği üç mescidden biriydi. Bu sebeple, önce Mescid-i Aksa’yı ziyaret edecektim, sonra Kâbe’yi ve Mescid-i Nebevî’yi…
Hazır bizim pasaporttan vize istenmiyor diyerek bir Filistin seyahati planladık. Önce Kudüs’e gidecek, Mescid- Aksa’da namaz kılacaktık… İlk kıblemizde… Üçüncü Harem-i Şerif’te… Allah Rasûlü’nün (s.a) Miraca yükseldiği etrafı mübarek kılınan o mescidde… Peygamberlerine kara çalan Yahudilere inat “O çok itaatkâr biriydi…” “O ne güzel kuldu…” (Sa’d, 17, 30) ayetleriyle birlikte Hz. Davud ve Hz. Süleyman’ı hatırlayacaktık. Sonra Zeytin Dağı’na çıkıp Kudüs’e kuşbakışı nazar edecektik. Hz. İsa’nın sabahladığı o tepede, onun ruhaniyetini duymaya çalışacaktık. Kudüs’ü, eski şehri gezecek, artık az çok anlaşabildiğimiz halk dilimizle, belki Filistin halkından birkaç kişiyle sohbet edecektik.
Niyetimizde Hz. İbrahim’in hareminin olduğu Halil Şehri vardı bir de… Evet, bu mübarek topraklara ilk ayak basan peygamber oydu. Burası onun ilk tevhid mücadelesinin ardından kendisine vaad edilen topraklardı. Burası Hz. İshak’ın Hz. Yakub’un ve Hz. Yusuf’un çocukluk yıllarının yurduydu. Sonra Hz. Musa’nın makamını ziyaret edecektik. İsrailoğullarının aymazlıkları sebebiyle, kendisine vaad edilen toprakları göremeyen Hz. Musa’nın ulaştığı en son sınır… Sonra Hz. Yunus’un kabrini…
Ama İsrail sınır kapısında bir sükuti hayal yaşadık ve hepsi içimizde kaldı. Bu gün sabah erken yola düştük.(16.04.2012) Bizi sınırda iki üç saat bekleteceklerini tahmin ediyorduk. O kadar bekledik beklemesine, sınırdaki görevlilerin insanı bunaltan sorularına tahammül ettik. Ancak bu da yetmedi, beni İsrail istihbaratından biriyle konuşturdular… Aynı bilgiler tekrar tekrar soruldu bana. Gerçekten bıkkınlık verecek türdendi bu sorular. Sırf Kudüs için tahammül ettim bunlara… Sonuçta yanımdaki diğer Türk arkadaşa izin veriyorlardı; ancak ben içeri alınmıyordum. Görevlinin verdiği bilgiye göre bende İsrail için bir “tehdit” görmüşlerdi!?
Bir musibet bin nasihatten evla imiş… Yıllardır Filistin’in işgal altında olduğunu biliriz… Ama işte ben bugün, sınırdan döndürüldüğümde Filistin’in işgal altında olduğunu, Kudüs’ün tutsak, Mescid-i Aksa’nın mahzun olduğunu hissettim. Ayne’l-yakin mi derler? Evet, Kudüs biz Müslümanları sevmeyen, bizi tehdit olarak gören bir anlayışın yönetimi altında... Kendi dinlerine girmedikçe bizden razı olmayacak bir toplumun kontrolünde…
Bugün kapıdan çevrilmek, kanıma, gayretime dokundu… Orada Halife Hz. Ömer’in fethettiği bir şehir vardı… Hz. Ömer orayı ebedi İslam mülkü olsun diye fethetmişti. Ama bugün oraya, Hz. Ömer’in mirasçısı bizler değil, peygamberlerinin diliyle lanetlenmiş bir topluluk hâkim…
Karadavî’nin fetvası şimdi bana daha çok anlamlı geliyor... Ortada fevkalade bir durum var; Selahaddin’in mirası ayaklar altında… Ecdadımızın 400 yıl hüküm sürdüğü ve nakış nakış eserlerle süslediği bu mübarek belde işgal altında…
İsrail için nasıl bir tehdit oluşturduğumu hâlâ bilmiyorum… Belki öğrenemeyeceğim de… Ancak öğrendiğim çok şey oldu benim… Filistinli kardeşlerimizin dramını daha iyi anladım. İnsanların hakları, toprakları gasp ediliyor; sizin olan topraklara sizi düşman olarak gören birileri gelip yerleşiyor. Siz hiçbir hak talep edemiyorsunuz. Bırakın başka bir ülkeye kolaylıkla gidebilmeyi bir şehirden öbür şehre giderken kontrol noktasından geçmek hayatı size zehir ediyor. Sonra ülkeyi bir zindana dönüştürüyorlar. Kelimenin tam anlamıyla bir zindan…
Ve hepsinden acıklısı, sizi doğrudan koruyacak bir devletiniz yok. O bakımdan, “Benim bir devletim yok; siz onlara karşı izzetli ve vakursunuz, yeri geldiğinde sizi koruyan muhafaza eden bir devletiniz var çünkü; ya bizi kim koruyacak?” diye soran Filistinli arkadaşlara ne kadar hak veriyorum.
Bilindiği gibi, İsrail İngiltere’nin destek ve himayesiyle kuruldu. İsrail 1948’de bağımsızlığını ilan ettiğinde, yüzyıllarca hüküm sürdüğümüz bu toprakların haklarını savunmak şöyle dursun, bu devleti ilk tanıyan ülkelerden biri olduk. Ne hazin bir durum, ne yaman çelişki! Arapların İsrail’le mücadelesi, onları daha çok güçlendirmek, daha çok toprak işgaline sebep olmaktan öteye gitmemiş. Örnek olarak, Doğu Kudüs 1967’deki 6 Gün savaşlarına kadar Ürdün’ün elindeydi. Bu savaştan sonra Kudüs tamamen onların kontrolüne geçti. Diyeceğim, Filistin’in kurtuluşunda esas rol, yine köklü bir devlet geleneğine, stratejik bir konum ve siyasi tecrübeye sahip olan Türkiye’nin olacak. Filistinliler de bunun çok iyi farkındalar.
Filistinli şair Mahmud Derviş şöyle diyor: “Zindanım, güvercinin sesiyle bir santim olsun genişledi. Uç güvercin’im Haleb’e uç; şiirlerimi Haleb’e uçur; Amcaoğluma selamımı ilet…”
Şiirin hikâyesi uzun… Şair, İstanbul’da Bizans’a esir düşen ve burada Rumiyyat’ını yazan Abbasi şairlerinden Ebu Firas el-Hamdâni’ye gönderme yapıyor. Ebu Firas’ın amcaoğlu Halep valisi Seyfü’d-Devle’dir. Ebu Firas zindanının penceresine konan güvercine; “Komşu şu halimi hissediyor musun? Komşu, felek bize insaflı davranmadı, gel de şu elemi paylaşalım, gel!” der. Ondan hâlini anlatan şiirlerini amcaoğluna iletmesini ister…
İşte Derviş de, bir zindana dönüştürüldüğünü düşündüğü ülkesini özgürlüğe kavuşturmaları için Arap kardeşlerine çağrıda bulunuyor. Ancak bu selam şimdiye kadar şairin sözünü ettiği gibi bir aks-i sada bulmuş mudur bilinmez. Bu günlerde, özellikle Mavi Marmara hadisesinden sonra Filistinliler kuşlarını Türkiye’ye uçuruyorlar; bir aks-i sada bekliyorlar buradan…
Benim Kudüs özlemime gelince, sınırdan döndürüldükten sonra okuduğum Şeyh Karadavî’nin şu tavsiyesi beni teselliye yetiyor: “Fakat bizim içimizde bu özlem ateşi yanıp duracak; ta ki Mescid-i Aksa’da, orayı ve çevresini özgürleştirdikten ve gerçek sahiplerine iade ettikten sonra orada namaz kılana kadar… Ancak bugün kim Mescid-i Aksa’da namaz kılmaya özlem duyarsa, Allah emaneti ehline iade edene kadar, özlem ateşini Medine’deki Mescid-i Nebevi’ye ve Mekke’deki Mescid-i Haram’a yolculuk yaparak söndürsün…” (Karadavî, Fetâvâ Muâsıra, III, 476)
Mesut Kaya'ın Yazısı.