Büyüyünce Evliya Olacak
Ben, çocuklarımın büyüyünce doktor, mühendis filan değil evliya olmasını istiyorum. Size de tavsiyem bu. Çalışma koşulları daha iyi olan daha havalı hiçbir iş görmedim. Yol, yemek, SSK artı prim... Hepsi işverene ait...
İnsanlar çocuklarının doktor olmasını istiyorlar. Avukat olmasını istiyorlar, mühendis olmasını istiyorlar, tasarımcı olmasını istiyorlar yahut bildikleri paralı, havalı görünen hangi meslek varsa onun erbabı olmasını diliyorlar. Bu yolda; özel okul, dershane ve hocalara milyonlar, milyarlar dökerek, çocuklarını eğittirip öğrettiriyorlar. Nihayetinde yirmi otuz yıl içinde emellerine erişiyorlar. Döngü böyle sürüp gidiyor... Ben de çocuklarımın yukarıda sayılan veya eşdeğer mesleklerden birini “ek iş” olarak yapmasını isterim doğrusu. Ama hangi ek işi yapacağına, tercih yapabilecek konuma geldiğinde kendisinin karar vermesini daha adil bulurum. Zaten modern aileler de böyle yapar. Ek iş sonuçta... Çocuğun kendisinin karar vermesinde beis yok. Ancak asıl mesleklerinin seçimine gelince… O konu ciddiyet ister. Ben, çocuklarımın büyüyünce doktor, mühendis filan değil evliya olmasını istiyorum. Size de tavsiyem bu. Çalışma koşulları daha iyi olan daha havalı hiçbir iş görmedim. Yol, yemek, SSK artı prim... Hepsi işverene ait... Hem eğitimi de daha ucuz. Evet; daha zor belki ama daha ucuz. Hiç öyle milyarlar dökmeye lüzum yok. Çocuğuna iyi öğüt vermeyi bırakıp, iyi örnek olacaksın. Baktın olmuyor, kendin beceremiyorsun, özel okula göndereceksin. Evet, bu işin de okulu var.
İncitmemeyi Yediniz Bitirdiniz de İncinmemek Kaldı!
Tasavvufta bir söz vardır: “İncitmeden ve incinmeden yaşa”. “Eve” giden yoldaysanız sıkça duyarsınız. Çok “babayiğitler” görmüşümdür; bu söz kendilerine söylendiğinde sorarlar: “İncitmemek tamam da… İncinmemek nasıl olacak?..”. E ben de kendilerine sorarım o zaman: “İncitmemek nerede tamam?!” Ha! Yani incitmeme dersini yediniz bitirdiniz de sıra incinmemeye geldi; orada zorlandınız öyle mi?! Sizin başkalarını incitmemekte gözünüz olsaydı; nefsinizi atmazdınız öyle ortaya hemen. Öyle ya, incinmemek nasıl olacak diye sormak derdinizin, endişenizin önce nefsiniz olduğunun kanıtıdır. Sorarım o zaman; nefsini önceleyen adam, nasıl olacak da başkalarını incitmeyecek? Sen önce bir; başkalarını incitmeme çabasına gir, ondan sonra belki Allah senin kalbine bir metanet verir de başını kesseler sallamazsın. Ne biliyorsun? Olur a… Allah’ın işi sonuçta... Ama beyler lafa “İncinmemek nasıl olacak peki?” diye girdiğinizde, bilin ki; bu kafayla siz incitmemeyi falan başaramazsınız. Kendinizden başka kimseyi de kandıramazsınız. Zorsa; incinmemek de zor incitmemek de zor. Belli ki asıl zor gelen tevazu.
Başka Sermayemiz Yok
Eskilerden, çok eskilerden hatırladığım bir menkıbede bir zat; yaz ortasında tezgâhına koyduğu buzları “Sermayesi an bean erimekte olan şu zavallıya yardımcı olur musunuz?” diye bağırarak satmaya çalışan adamı görünce bayılmıştı. Sebep: Ömür sermayesinin her an eriyip gitmekte olduğunu filan anımsatmış bu olay söz konusu zata. O da paniklemiş, bayılmış… Buradan “Aman vaktinizi iyi değerlendirin” ahkâmı kesecek değilim. Bana ilginç gelen; gerek bu menkıbede gerek bazı başka anlatılarda; insanların çoğunun, bir sermaye algısına sahip olduklarını görmem. Bu yaklaşıma göre: İmtihan dünyasına belirli bir sermaye ile gönderiliyoruz. Yaşarken yaptıklarımızla; sermayemizi kâra geçiriyor, böylelikle cenneti satın alabilecek kadar zenginleşiyor yahut sermayemizi har vurup harman savurarak, zarar ediyor ve tahsilâtçılara verecek bir şeyimiz kalmadığı için cehenneme düşüyoruz… Kimilerine göre ömür olan insanın sermayesi iken kimilerine göre sıhhat, kimilerine göre ibadet, kimilerine göre ilim o sermaye… Ama mutlaka bir sermaye var ortada. Tüccar meşrepli insanlar için verilmiş iyi bir misal. Yanlış mı? Hayır! Olabilir tabi. Konuya böyle de yaklaşılabilir. Sonuçta neş’eler, karakterler, anlayışlar farklı farklı. Öyleyse isteyen istediği çeşmeye dayayabilir ağzını. Sonuçta talip olduğumuz su aynı değil mi?.. Ancak ben, bu sermaye meselesini biraz başka türlü değerlendiriyorum: Madem Allah kullarına sermaye olarak, ömür vermiş, sıhhat vermiş, ilim vermiş, iman vermiş… Sonuçta ihsan etmiş. Sevdiğinden vermiş. Nihayetinde her ne vermişse vermiş; kuluna olan muhabbetinden vermiş. Madem öyle; ben de derim ki: Bizim, O’nun kullarına olan muhabbetinden başka ne bir sermayemiz var ne de bir mazeretimiz…
Sinan Özgenç'ın Yazısı.