Yaşlı ve çirkin olan, kariyer sahibi olmayan bir kadın modern dünyada kendine yer bulabilir mi? Halbuki o kadın, dillerini bilmediği insanların içinde güneş enejisi panelinin çalışmasını, kurulumunu öğrenebiliyor. Bu bilgiyi kendi köyünde hayata geçirebiliyor. Ömrü boyunca ilk defa o zaman, gece olsa da kocasının yüzünü görebiliyor.

Hintli adam şöyle soruyor: “Bugün dünyada en iyi iletişim yolu nedir? Televizyon? Hayır. Telgraf? Hayır. Telefon? Hayır. Bir kadına anlatın.”

Afrika’dan, Afganistan’dan kadınları toplayıp, Hindistan’a getirirken böyle düşünüyordu. Bizim “yuvayı dişi kuş yapar” sözümüzden haberdar olsaydı, eminim onu da kullanırdı. Gittiği köylerden ona gösterilen kadınları değil, kendi seçtiklerini aldı. Ne yapmak için?

Bu sorunun cevabı “Yalınayaklar Koleji”nde gizli. İlk olarak Hindistan’da kurulan bu okul, mezunlarına diploma vermiyor. Üniversitelerden yüksek lisans, doktora dereceniz varsa sizi eğitimci olarak işe almıyor. İşe aldıkları ile sözleşme yapmıyor, onlara en fazla aylık 100 dolar veriyor.

Fakat gündüz hayvan güden, tarlada çalışan çocuklar için gece okulları düzenliyorlar. Güneş enerjisi ile yemek pişiriyorlar. Bu yemekleri hep birlikte yerde yiyorlar. Zaten yerde oturup, yerde uyuyorlar. Diplomasız bu okulun binasını, yine diplomasız işçiler yapmış. Çatı yalıtımını ise köyün hanımları... Bina, Ağa Han Mimarlık ödülüne layık görülecek kadar iyi, çatı yapıldığı günden bu güne -20 yıldan fazladır- hiç akıtmamış.

Yalınayaklar Kolejinin hikayesi, modern insanın cahil diye kendinden uzaklaştırdığı fakat “işini bilen” insanların hikayesi. Hindistan’la sınırlı kalmayıp, Afganistan, Afrika köylerinden kadınlarla büyüyen bir hikaye. Yaşlı ve çirkin olan, kariyer sahibi olmayan bir kadın modern dünyada kendine yer bulabilir mi? Halbuki o kadın, dillerini bilmediği insanların içinde güneş enejisi panelinin çalışmasını, kurulumunu öğrenebiliyor. Bu bilgiyi kendi köyünde hayata geçirebiliyor. Ömrü boyunca ilk defa o zaman, gece olsa da kocasının yüzünü görebiliyor. (Daha fazlasını merak edin ve Yalınayaklar Koleji’ni, kurucusunun ağzından dinleyin lütfen. İnternette mevcut.)

Zamanı aynı olmasa da, iki hikayeyi ve belki de başka bir çok hikayeyi yan yana koyup okumamızda sakınca yoktur. Dünyada bunlar olurken bir başka diyarda, dünyanın en iyi okullarında okumuş, mezun olur olmaz en iyi işlerinde çalışmaya başlamış, sınıfın en güzel kızları ile evlenmiş adamların hikayesi yaşanmış, yazılmış. Kariyerlerindeki başarıya, yüksek gelir seviyesine -ki milyon dolarlarla ifade ediliyor- çoluk çocuğa rağmen her sene daha büyük krizler yaşar hale gelen diplomalı iş adamları. Çocuklarının arayıp sormadığı, eşlerinin boşandığı ve nihayet kimileri için demir parmaklıklar ardında devam etmek zorunda kalan parlak hayatların hikayesi.. Parlak, göz kamaştıran ama hemencecik sönüveren… ulaşılmaz gibi görünen, dikkat çeken fakat sonra tükenen, tıpkı havai fişekler gibi…

Harvard profesörü, Harvard ve Oxford üniversitelerinde eğitimini tamamlamış bir adam, Clayton Christensen. Okul arkadaşlarının, bunca varlığa rağmen nasıl olup da günden güne tükendikleri, dibe vurdukları onu düşündürmüş. Bir zamanlar onların oturduğu sıralarda oturan, muhtemelen onlarınki gibi bir geleceği arzulayan gençlere “hayatınızı nasıl ölçersiniz?” diye sormuş. (Kitabı “How Will You Measure Your Life?”)

Hayatımızı nasıl ölçeriz sorusunu bir köşede tutmalı mıyız? Her gün hayatını ölçen insanlar için pek de gerekli değil tabi. Öyle ya, her gün kendini hesaba çeken insanın, büyük hesabının kolay olacağı söylenmez mi? Hesaba çekmek de, ölçmek biçmek, fazlalıkları, eksiklikleri görmek, değil midir?

Bilgi, ancak kişinin hayatında bir karşılığını bulunca değer kazanıyor. Yoksa faydasız ilim sıfatından kurtulamıyor. Ve bu bilgiyi taşıyan insan da, kitap yüklü merkep tanımlamasından…

Hangi bilgi için mücadele edileceği, o bilginin taşıyıcısı olarak kimlerin seçileceği önemli…

Aldığımız eğitimin insanlık yanımızı arttırıp arttırmadığı, bulunduğumuz yerin hakkını verip vermediğimiz, elimizdeki imkanları ulaşabileceğimiz son noktaya kadar götürüp götürmediğimiz, adam olma yolunda ilerleyip ilerlemediğimiz hep bir ikaz lambası gibi durmalı orada. Ne de olsa eğitim sadece cehaleti alır. Kim ister ki kitap yüklü merkep olmayı, temiz fildişi kulesinde?


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.