Civarında Bulunmak Ne Güzel Ya Rasûlallah!
Eşec’cin Allah Rasûlü’nün beğendiği sünnetine uyarak, edeple girdik hareme. İşte Yeşil Kubbe… Önce öğle namazı, sonra tahıyyatü’l-mescid… Şaşkınım, Allah Rasûlü’nün makamını arıyorum mescidin içinde. Derken kendimi Ravza’nın içinde buluyorum. Cennet bahçelerinden bir bahçede… O’nun huzurundayım işte.
Teyma, Tebük, Hayber derken Medine sınırlarına giriyoruz. Yol boyunca siyah taşlıklar uzanıyor. Medine’nin ilk alameti bunlar. Zira Son Peygamber’in siyah taşlıklı ve hurma bahçeleri bol bir şehre hicret edileceği bildirilmişti eski kutsal kitaplarda. Allah Rasûlü’nün (s.a.) yurduna girmek üzereyiz. Salâvat-ı Şerifeleri artırıyoruz.
Ya Rasûlallah şu hâlime bak,
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın
Harim-i pakine can atmak istedim durdum
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum,
diyerek yollara düşen Sudanlının yürek yangını kadar olmasa da içimizde bir kıpırtı, bir iştiyak var.
Bir yandan Allah Rasûlü’nü anlatan ayetleri okumakla meşgulüm: “Şayet onlar, günah işleyerek kendilerine zulmettikleri zaman sana gelselerdi, Allah’a istiğfar edip Peygamber de onlara istiğfar etseydi, Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve çok merhametli olduğunu görürlerdi.” Aklıma Rasûlullah’ın manevi huzuruna bütün samimiyetiyle çıkan bedevi geliyor. Bu ayeti O’nun huzurunda okuyan bedevi: “Günahlarıma tevbe ederek ve şefaatini umarak işte sana geldim Ya Rasulallah!” diyor.
Bir de Eşec geliyor aklıma. Benu Kays’ın Eşec’ci. Eşec, Medine’ye girer girmez Allah Rasûlü’nün huzuruna koşan bedevilerden farklı olarak, güzelce guslünü alır, temiz elbiselerini giyer, büyük bir hürmet ve tazimle Peygamberimizin huzuruna çıkar. Efendimiz: “Eşec sende iki özellik var ki Allah bunları sever: Hilm ve teenni” buyurur.
Evet, teenni ile yani acele etmeden girmeli O’nun huzuruna…
O ki en yüce Peygamber! O’nun huzuruna nasıl alelade bir insanın huzuruna çıkar gibi çıkılır?
Eşec’cin Allah Rasûlü’nün beğendiği sünnetine uyarak, edeple girdik hareme. İşte Yeşil Kubbe… Önce öğle namazı, sonra tahıyyatü’l-mescid… Şaşkınım, Allah Rasûlü’nün makamını arıyorum mescidin içinde. Derken kendimi Ravza’nın içinde buluyorum. Cennet bahçelerinden bir bahçede… O’nun huzurundayım işte. Ama ona yaklaşmaya cesaretim yok. es-Selâmü aleyke ya Rasûllah! “İşte sana geldim ya Rasûlallah, günahlarıma tevbe ederek ve şefaatini umarak… Allah’tan başka ilah olmadığına, senin onun Rasülü olduğuna şehadet ediyorum, sen risaleti tebliğ ettin, emaneti yerine getirdin…” es-Selamü aleyke ey Allah Rasûlünün Halifesi, mağarada ikinin ikincisi… es-Selamü aleyke ey Müminlerin Emiri…
Medine’de kaldığımız sürece her vakti Mescid-i Nebevi’de eda ettik. Vakitlerimizi Allah Rasûlü’ne çokça selam vererek geçirdik… Bir de Medine’nin hicret yurdu olduğunu, her karışında Efendimizin hayatından hatıralar sakladığını düşünerek… İşte şurası O’nun mihrabı, şurası minberi… Sahabe işte senin şu oturduğun yerde oturdu. Cebrail ayetleri işte burada getirdi, Allah Rasulü’yle dizdize şurada oturdu. Rasûl-i Ekrem ashabıyla burada istişarede bulundu, evi şurasıydı, ashab-ı suffa şurada kalmıştı…
İlk şaşkınlığın ardından, Rasûlullah’ın civarında bulunmaktan büyük bir haz duymaya başladık. Medine’de dolaşırken, aniden gönlünüze Allah Rasûlü doğuyor ve Ya Rasûlallah, demekten kendinizi alamıyorsunuz. Cennetü’l-Bakî’yi ziyaret ediyor, ahir ömründe geceleri sık sık burayı ziyaret edip gözyaşlarıyla dönen Efendimizin içli hâlini düşünüyorsunuz.
Mescid-i Nebevi’den sadece Kuba için vazgeçilir herhalde. Daha ilk günden temelleri takva üzerine atılmış mescid için… Rasûlullah’ın her cumartesi ziyaret ettiği ve iki rekât namazın umre sevabına denk olduğunu buyurduğu Kuba için…
Medine’nin yaralı kalbi Uhud… Efendimizin en güzel hasleti vefakârlığı… Onun Uhud sevgisi bu vefakârlığın en güzel örneği değil midir? İşte bunun için:“Ashabımla birlikte şehit olup Uhud dağının eteğinde gecelemeyi ne kadar isterdim!” buyurmuştur. İşte siz de O’nun ayak izlerini takip edip Uhud’u ziyaret ediyorsunuz. Uhud şehidlerine selam verirken, onların sanki selamınızı aldığını hissediyorsunuz.
Sabah namazı sonrası, Allah Rasûlü’ne selam verip huzurdan ayrılmak istiyorum. İçimdeki yürek yangınıyla, Akif’in anlattığı Sudanlı ve şefaat isteyen Bedevi’ye daha çok yaklaştığımı hissediyorum…
Dilimde Hüdayî’nin,
Kudumün rahmetü zevkü safadır Ya Rasûllah
Zuhurun derd-i uşşaka devadır Ya Rasûlllah,
beyti, gönlümde hüzün…
Ahdine Vefa Göstererek…
Bu hüzün, kısa süre sonra yeni bir heyecanla yatışıyor. İşte ihramlarımızı giymiş, Zülhüleyfe’de umreye niyetimizi etmişiz. Otobüsümüzün hepsi, Türkiye, Malezya, Balkanlar, Kafkaslar, Afrika gibi bütün İslam ülkelerinden gelen gençlerle dolu. Gençler ihrama girince, hepsi sanki birer melek hüviyetine büründüler. Yol boyunca dilimizde lebbeykler, tekbirler, tehliller… Lebbeyk Allahümme lebbeyk… Çağrına kulak verip davetine icabet edip işte geldim Allah’ım… Emrine amadeyim Allah’ım…
Dilimde bir yandan Hz. İbrahim’i anlatan ayetler: “Rabbim bu beldeyi, emin kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan koru!” Allah katında Hz. İbrahim’in ne kadar büyük bir değeri var… Hac ve umre ibadetinde adım adım onun aziz hatıraları yadediliyor.
Kâbe’yi ilk gördüğünüzde, onun heybeti karşılıyor sizi. Allah’ım sen selamsın, selam sendendir, bizi selamla karşıla, duasını ediyorsunuz. Malum ilk dua –inşallah- makbuldür. Kâbe’yi görünce Hz. İbrahim’in şu duası dökülüverdi ağzımdan: “Rabbim beni ve soyumdan gelecekleri, namaza devam edenlerden eyle, Rabbim dualarımı kabul et! Rabbim beni, ana-babamı ve bütün müminleri bağışla!”
Vakit geçirmeden tavafımızı ve sayimizi yapıp tıraşımızı oluyoruz. Çoğumuz saçlarını usturaya vurduruyor. Zira Efendimiz üç kez : “Allah’ım saçlarını usturaya vurduranlara merhamet eyle!” diye dua ediyor. Dördüncüsünde ise kısaltanlara... Tıraştan sonra, bu gençlerin hepsinin farklı bir kisveye büründüklerini, yüzlerinde bir ışıltının, bir heybetin belirdiğini gördüm. Bir de bu halinizle Allah’ın huzurunda basit bir köle gibi olduğunuzu hissediyorsunuz. Benlik yok, varlık yok! Siz sadece kulsunuz, onun kapısına gelmişsiniz. Bu kapıya kibir değil, tevazu yakışır!
Harem içinde bulunduğunuz, tavaf ettiğiniz, Kâbe’yi seyrettiğiniz sürece Allah’ın azameti ve haşmeti doluyor içinize. Uhrevi bir renge büründüğünüzü, dünyaya bakışınızın değiştiğini hissediyorsunuz. Hacerü’l-Esved’i her selamlayışınızda, her şavtla, her tavafla Allah’a olan imanınızı tazeliyor, onunla olan ahdinizi hatırlıyorsunuz. Sonra varlığınızın derinliklerine iniyor, kendinizi keşfediyor, kulluğunuzun daha çok şuuruna varıyorsunuz...
Her renkten, dünyanın her yerinden insanlar… Bu mahşeri kalabalık tabii ki size hep mahşeri, haşri hatırlatıyor… Tavaf edenlerin, sa’y yapanların, namaz kılanların, dua edenlerin üzerinde bir sükûnet… Sanki rahmet onları kuşatmış gibi… Herkes kendi âleminde, Rabbiyle meşgul… İstiğfar edenler, tekbir getirenler, tesbih edenler, dua edip hıçkıra hıçkıra gözyaşı dökenler… Tavafla yorulanlar, namazla dinleniyor; namazla yorulanlar, oturup Kâbe’yi seyrederek, Kur’an’ın nazil olduğu yerde Kur’an okuyarak dinleniyorlar… Sıcakta susayanlar, zemzemle suya kanıyorlar.
Ya Rabbi sen ne büyüksün, Allah’ım! Hamd sanadır!
Mesut Kaya'ın Yazısı.