Yeni Başlayanlar İçin Üniversite
Hikmet Sami Ay
Sadece sana kendimi anlatacağım. Ama biliyorum ki anlattığım "ben" içinde belki de seni şaşırtacak derecede bir "sen" bulacaksın. Ve sonunda sana bir nebze olsun rahatlama sağlayabilirsem kendimi bahtiyar addedeceğim. Çünkü o rahatlamanın ne demek olduğunu çok ama çok iyi biliyorum.
Üniversiteye yeni başlayan bir kardeşime söyleyecek aslında çok sözüm var. Ama herkesin okuyup da faydalanabileceği türden şeyler değil bunlar. Bunlar daha çok içi içine sığmayan, derin kafa sancılan çeken, okulda, evde, arkadaşlarının yanında kısacası bulunduğu her yerde, içinde onlarca farklı kişilik taşıyan ve bu arızi kişilikler arasında kendi kişiliğini oturtacağı zemini tam anlamıyla bulamamış yüreklere yazılmış şeyler. Ya da bu zemini bulup, hayatın önüne sunduğu yaşama biçimiyle bu zemin arasındaki çelişkileri düşünmekten ve bu konuda ne yapacağım bilememekten dolayı bir hayli yorgun düşmüş, neredeyse tükenmiş, kendine yanaşacak bir liman arayan insanlara yazılmış şeyler. Üniversitedeki arkadaşlarım ilk zamanlar "öteki" olarak algılayan, inanmanın bir üstünlük vesilesi olduğunu unutup, kendi değerlerini temsil etme korkusu yaşayan gençlere yazıyorum. Evet, doğrusu onlarla paylaşacak çok şeyim var.
Şu an üniversiteyi bitirmiş ve o günleri tebessümle anan biri olarak, o psikolojik ve zihinsel süreci daha iyi analiz etme şansına sahibim. Benim yaşadıklarım ve sizin yaşayacaklarınız elbette aynen tahakkuk etmeyecek, bunu da biliyorum. İnsan denilen muammanın bu anlatmak istediğim yanım tamamen ortaya koyma derdinde de değilim Sadece sana kendimi anlatacağım. Ama biliyorum ki anlattığım "ben" içinde belki de seni şaşırtacak derecede bir "sen" bulacaksın. Ve sonunda sana bir nebze olsun rahatlama sağlayabilirsem kendimi bahtiyar addedeceğim. Çünkü o rahatlamanın ne demek olduğunu çok ama çok iyi biliyorum.
Üniversiteye ilk kayıt yaptırdığım günü hatırlıyorum. Sağda solda bir yerlere koşturan öğretim elemanları ve görevliler, taş binanın soğukluğu, yüzlerde asılı duran samimi olmayan gülümsemeler, gözümde sanki içindeki herkesin büyük insanlar olduğu izlenimi veren kıyafetler... Nasıl da ürkmüş nasıl da korkmuştum. Nedenini bilmiyordum, insanüstü görüyordum çok kişiyi. Ciddiyet, resmiyet korkutmuştu belki de beni, kim bilir... Ortaokuldan beri üniversiteyi hep çok büyük bir yer olarak düşünür, oraya girmek için çok ama çok büyümem gerektiğine inanırdım. Çünkü orası benim için büyük büyük profesörlerin (yanına yaklaşılmaz cinsten), ahilerin, ablaların gittiği, ideolojilerin en usta savunucularının yer aldığı, içine girenlerin bir başka olduğu, top sakal bırakmanın neredeyse olmazsa olmaz olarak telakki edildiği bir yerdi. İşte bu düşüncelerle üniversiteye haddinden fazla bir değer atfetmenin ilk başta yaptığım en büyük hata olduğunu şimdi anlıyorum.
Kayıt işlemleri bitmiş sıra okulun ilk gününe gelmişti. Her ne kadar yakın çevreme üniversiteli olmakla hava atıyor olsam da o günlerde, okulun ilk günü sendromunu her hücremde yaşamaya başlamıştım çoktan. Böyle bir sendrom var mı demeyin, sahiden var.:) İlk gün çok şükür korktuğumun aksine, rektörün konuşması vs. derken çabucak bitiverdi.
Ertesi gün, dersin yapılacağı sınıfa çıkıp, dışarıdan rahat ama içeriden sıkıntılı bir ruh haliyle girip ortalarda bir sıraya oturdum. Çaktırmadan etrafımdakileri süzmeye başladım. Sınıftakiler ne kadar da büyük gelmişti gözüme. Evet, insanları olduğundan büyük görme hastalığıydı belki de bunun adı. Herkes sanki en korktuğum maskeyi takmış da gelmişti okula. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ispatlamak isteyen bakışlar, ben sizden ayrıyım edaları. Yani herkes ben bana yeterim diyor gibiydi hal diliyle. Ya da ben öyle anlıyordum.
Lisedeyken hep üniversite dostluklarının bambaşka olduğunu duyardım. Samimi içten ve sıcak dostluklar diye. Ama o sıcak ve samimi yüzlerden neredeyse hiçbirini göremiyordum. Yanılma ve önyargı ihtimalimi düşünerek şöyle bir daha baktım etrafıma. Yok, yok... Nasıl bir hayal kırıklığı, nasıl bir üzüntü sormayın. Çünkü kendimi bildim bileli insan canlısı olan ben, sanki eli kolu bağlanmış bir şekilde zindana atılmış gibiydim. İlk gün bu normaldir diyebilirsiniz ama bunun ilk günlük bir şey olmadığını çok ama çok derinden hissettiğim için bu duygulara kapılmakta haksız sayılmazdım. Nitekim ileriki günler beni haklı çıkaracaktı.
Derken okula alışmıştık. Ama sözde. Aslında hiç de öyle değildi. Bir şeylerin eksikliğini hissediyordum içimde. "Özüne güven" diyordu bir ses, ama özümü bulamıyordum. Yalnızlık kavramını zihinsel anlamda galiba en çok o ilk senede çektiğimi hatırlıyorum. Aman Allah’ım o nasıl bir iç yarası, nasıl bir sıkıntı? Sahiden tarif etmek ve anlatmak zor. Bütün bunların yanında, dışarıdan bakıldığında herhangi bir belirti de gözükmüyordu aslında. Tamamen bir kayboluş içinde okula gidip gelmeler. İçinizde kopan fırtınalar. Gülen yüzünüzün ardında ağlayan bir çocuk. Söylemek istediğiniz ama paylaşacak kimse bulamadığınız için içinizde kalan onlarca konu.
Korkutuyordu bir şey beni. Ben, ben olamıyordum sanki. Elimi kaldırıp havaya düşüncelerimi söyleyemiyordum derste. Saatlerce konuşabileceğim konuda kedi yavrusu gibi oturuyordum sıramda. Belki bunu herkes yaşıyordu ama herkes birbirinden saklıyordu. Kim bilir... Günler böyle geçiyor, sıkıntılar çoğalıyordu. Kimse içinde bulunduğum hale vakıf olamıyordu.
Herkes sanki en korktuğum maskeyi takmış da gelmişti okula. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ispatlamak isteyen bakışlar, ben sizden ayrıyım edaları.
Bütün sorun insanın kendisi olup olamamasında kaynaklanıyordu çoğu zaman. Buna aşağılık kompleksi de diyebiliriz bir nevi. Ya da kınanma korkusu. Tabii bunu o zamanlar bana kabul ettirebilmek imkânsızdı. Çünkü ben alabildiğince rahat, alabildiğince mutlu olduğumu da iddia edebilirdim aynı zamanda. Çünkü inanmak istemiyordum kendim olamadığıma, kınanma korkusu taşıdığıma.
Sayfalarca yazabilirim aslında. Ama bana ayrılan kısmın sonuna geldiğim için toparlamak istiyorum konuyu. O süreç içerisinde bir tek o sıkıntılarımın olduğu söylenemez. Her yönden bir kuşatılmışlık içindeydim. Nihayet ikinci senenin başında, her zorluğun ardında bir kolaylık vardır ayeti tecelli etti ve sanki bir anda o güne kadar "ben" dediğim kişinin neredeyse benimle hiçbir alakası olmayan bir hayali kişilik olduğunu fark ettim. Her şey ayan beyan olmuştu bir anda. Renklenmişti kâinat. Özümü bulmuştum. Mana sözcüğü o kadar değerli gelmeye başladı ki gözüme. O sıkıntılı günlerimde olduğu gibi kimsenin fark edemediği kendimden kendime olan yolculuğumu bu sefer mana âleminde yapmaya başlamıştım.
Ardından okul, arkadaş, hayat, imtihan kavramları yeni anlamlarına kavuştu. Taşlar yerine oturdu çok kısa bir zaman dilimi içinde. İnsanın kendisi olmasının verdiği mutluluğu yaşıyordum. Kimseden gereksiz yere korkmuyor ve çekinmiyordum. Elim havaya kalkıyor, dilediğimi söylüyordum. Rabbime yönelip hamd ve şükrediyordum. Sahiden de İnşirah Sûresi`ndeki ayetlere mazhar olduğumu hissediyordum: "Senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?"...Ve işte bu nail olduğum nimetleri "Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat" emrine uyarak sizlerle paylaşıyorum şu an. Evet, Rabbimin elimden tutup kaldırmasıydı tüm olanlar.
Herkesin aynı şekilde bu sıkıntılarından kurtulacağını beklemiyorum. Biliyorum ki herkesin kader sırrı farklı. Bu yazıda dile getirmediğim birçok şey daha var. Bu yüzden konu dağılmış gibi görülebilir. Ama dediğim gibi, tüm bunları sizlere bazı şeyleri şimdiden söylemek istediğim için anlattım. Bu yüzden yürünülmüş bir yolu tekrar yürümeden ve benzer acılan en hafif sıyrıklarla adatmanız için son olarak size söyleyebileceğim bazı şeyleri sıralamak istiyorum.
Öncelikle kendiniz olmaya, samimi olmaya gayret edin. Kendiniz için kendiniz olun. Çünkü emin olun, aradığınız o huzur ve sükûnet size hiç de uzak değil. Özünüze dönmeye gayret edin. İnsanları mümkün olduğu kadar öteki olarak düşünmemeye çalışın. Çünkü daha sonradan anladım ki, öteki dediğim birçok arkadaşım, aslında çok şeyden habersiz, zamanın gereğine göre davranan insanlarmış. Okul arkadaşlarınız dışardan görüldüğü gibi güçlü olmayabilirler. Bilakis birçoğu paylaşmaya muhtaç ve sizinle aslında aynı kaygılan güden insanlar çıkabilir. Kısacası insanlara gereken değeri verin ama gözünüzde haddinden fazla büyütüp kendiniz olmanıza mani olmalarına müsaade etmeyin. Çünkü siz, her yönden aslında büyük bir nimetin içindesiniz. Ve bu yolculuğun sonunda, eğer samimiyseniz, inanıyorum ki çok güzel sonuçlar elde etmiş olacaksınız. Ümit ediyorum sizlerin de bu sıkıntılarınız tahmin bile edemeyeceğiniz güzelliklere dönüşecek. Allah yardımcınız olsun...
GENÇ'ın Yazısı.