Biz değişmek istemiyoruz. Değişecek olsak bile derdimizin kendisi yok olmaz, olmayacak! Biz onu layıkıyla yüklenemezsek de onu yüklenecek başka er kişiler çıkacaktır. Bize mahkum ve mecbur değil bu dava! Hayır kimsenin ekmeğine yağ sürmeye de çalışmıyoruz beyefendi. Biz buradayız ve gitmiyoruz!

Siz yolunuza devam edin beyefendi, biz böyle de yürürüz.

Siz şartlardan, zamanın değiştiğinden bahsederek, bir şeyler yapabilmek için biraz daha zamana ve büyümeye ihtiyaç olduğunu vurgulayarak gücünüzü arttırmaya devam edin.

Biz böyle sade, mütevazı ve yalnızlığımızın verdiği acıyla, bırakıp gidenlerin, unutup gidenlerin, kaybolup gidenlerin eski hallerini düşünüp hüzünlenerek de yaşarız beyefendi.

Siz bize bakmayın..

Bizi fazla ciddiye almayın, korkmayın; Very Important(!) kişilerle düşüp kalkmaya devam edin.

Merak etmeyin, peşinizden sizi takip eden yığınlar bize bir dönüp bakmayacaktır bile.

Evet, emin olunuz dönüp bakmayacaklar. Gönlünüz rahat olsun.

Biz en güzel türküleri söylesek bile, en çarpıcı nutukları atsak bile bize sizinkilerden dönüp bakan olmayacaktır. Yani ‘üç-beş çapulcu’ kalmaya devam edeceğiz.

Kazara bir-iki insan etkilenecek, bize kulak verecektir belki ama boş verin onları!

Onlar zaten yanınızda kalacak olsalar bugün olmazsa yarın daha büyük sorun olurlar başınıza..

Bu yüzden şimdi bırakıp gitmeleri daha iyi.

Sizle yola birlikte çıktığımızda ilkin hayli heyecanlıydınız beyefendi.

Şimdi o günleri hatırlamak istemezsiniz belki.

Başka, bilmediğimiz başka yerlere, kötü bildiğimiz, tenezzül etmediğimiz yerlere gitme arzusuna tutulduğunuzdan beri, öyle de amaca ulaşabileceğinizi savunur olduğunuzdan beri yollarımız çok ayrıldı. Birbiriyle çelişir sözler söylemeye başladınız, sorduğumuzda büyümenin böyle davranmayı gerektirdiğini ifade ettiniz. Zaten biz soru sordukça olan oluyordu ya. İlk önceleri terler, sıkılırdınız sorularımızdan. Şimdi bakıyorum da bozuluyor, kızıyorsunuz beyefendi.

Yanımızdaki birkaç arkadaş henüz sizden ve yanınızdakilerden ümidi kesmiş değil, sizin hâlâ bizim gibi olduğunuzu düşünüyorlar. Benim için farketmez beyefendi. Biz öyle veya böyle yürürüz. Biz işimize bakarız.. Evet, bir derdimiz var; dünyayı değiştirmek! Bu dünyayı değiştireceğiz!

Siz ise değişirsiniz ancak! Dünyayı değiştirmeye daha yakınmış gibi duruyorsunuz ama, bizden hayli büyüksünüz, kalabalıksınız ama, pahalı elbiselerinden ve arabalarından, şirketlerinden, malikanelerinden başka kıymetli bir şeyi olmayan adamlarla çok düşüp kalkıyorsunuz ama, manşetlerden inmiyorsunuz ama, sözleriniz KİTAP kokmuyor, kokmuyor, kokmuyor beyefendi!

Biz değişmek istemiyoruz. Değişecek olsak bile derdimizin kendisi yok olmaz, olmayacak! Biz onu layıkıyla yüklenemezsek de onu yüklenecek başka er kişiler çıkacaktır. Bize mahkum ve mecbur değil bu dava! Hayır kimsenin ekmeğine yağ sürmeye de çalışmıyoruz beyefendi. Biz buradayız ve gitmiyoruz! Boyumuzdan büyük konuşup hesabını veremeyeceğimiz sözler etmekten korkarız ama biz şunu söyler, şunu biliriz:

‘Batılılar!

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben!

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:

Karşınızdakini değiştirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum!’*

Bu sözlere bakıp hizamızı almaya çalışıyoruz. Düşmüşüz ince bir derde, öyle kurtulmak falan da istemiyoruz.

Ütopist diyorlarmış bize, varsın desinler. Dalga geçiyorlarmış, geçsinler!

Derdimiz bir kişi daha Mesnevi okumaya başlasın, bir kişi daha Kur’an’dan bir kelimeye takılsın, o kelimeye tutunsun, bir besteci daha Zarifoğlu’ndan beste yapsın, bir çocuk daha abdest almayı öğrensin, bir nine daha Kudüs’ten haber sorsun evladına, bir öğretmen daha öğrencilerine Arif Nihat Asya’nın Na’tını ezberletsin, bir kız daha kapatsın televizyonu açmamacasına ve Cihan Aktaş’ın kitabını okumaya başlasın. Bir delikanlı daha Taner Yüncüoğlu’nun ‘Kerim Kuşu’ türküsünü söylesin, bir kişi daha Hasan Aycın’ın çizgisine bakarken yakalasın medeniyet bakışını, bir kişi daha sabah namazında Atasoy Müftüoğlu’nun Vakti Kuşanmak’ından iki sayfa okusun, iki kişi daha selamlaşmanın güzelliğini tada tada selamlaşsın, bir genç daha Mekke’ye gidebilmek için para biriktirmeye başlasın, iki fakiri daha doyuralım, yaşlı gözleri silebilelim. Bağdat, Abdulkadir Geylani ve Ortadoğu insanı bombalanmasın; ne bomba ne cola ne moda ne de cep telefonuyla!

Öyle çok şey yapmak istemiyoruz, küçük şeyler! Kendimize utanmayacağımız, yüzümüzün kızarmayacağı bir hayat kurmaya çalışıyoruz.

Sizi sevmeyenler, düşmanlarınız çabuk sarılabilirler sözlerime, kendileri için kullanmaya kalkışabilirler; onlar için de söylemiyorum sözlerimi, düşmanınıza koz verme derdinde değilim, olmayacağım.

Zaten siz dediğim belirli birileri değilsiniz. Kiminiz patron, kiminiz siyasi, kiminiz yazar, kiminiz tüccar, kiminiz akademisyen, kiminiz televizyoncu... Kendini hırsların kucağına kaptırıp eski günleri unutan, eski idealleri unutan kim varsa o, onlar; kastettiklerim onlar! Muhtemelen duymayacaksınız bile sesimi. Dergi, kitap okumayı bırakmışsınızdır veya AVM veya airport tarzı yüksek yaşam standartlarına hitap eden dergilerle ilgileniyorsunuzdur...

Biz ise yürümeye daha yeni başladık ve yorulma bilmeyiz!

‘Her dem yeni doğarız/ Bizden kim usanası’

*Sezai Karakoç, Zamana Adanmış Sözler, Masal şiiri


Asım Gültekin'ın Yazısı.