Aynı Kitabın ve Peygamberin Çocukları...
Ümmetin gözyaşları yüreğimizi yakıyor. Çile şairinin dediği gibi sanki insanlığın her suçunda biz varız. Aldırmazlık edemeyiz. Hüküm, zamanı geldiğinde aramızda ayırım yapmayacak. Her acıda hissemiz var. Her gözyaşında yüreğimiz çağıldar. Her çığlık bizde kopar. Biz birbirine zimmetli canların oluşturduğu bir topluluğuz, aynı kitabın ve peygamberin çocuklarıyız.
Bizler aynı kitabın ve peygamberin çocuklarıyız. O yüzden Suriye denilince içimizde fırtına kopar bizim. Reel-politiğin duygusuz yüzü, diplomasinin soğuk koridorları bu fırtınaya bir anlam veremeyebilir. Ama ümmet olmak bizi ta hesap gününe kadar sarkacak bir sorumluluk sahibi yapmıştır. Ümmet olmak, bizi birbirimize zimmetlemiştir. Zimmetli olmak, birbirinden sorumlu olmak demektir. Ümmet olmak biri yekdiğerinin hesabına kaydedilmiş canlar topluluğu demektir.
Biz bir ümmetiz. Ümmeti olmakla şeref bulduğumuz canımız Peygamberimizin buyurduğu gibi biz, bir binanın tuğlaları gibiyiz. Aramıza konulmuş sınırlar, mesafeler, statüler, gönüllerimizin sıcaklığı ve yüreklerimizin aynı frekansla çarpması karşısında yok hükmündedir. O yüzden biz, Ebu’l-Hasan Harakâni’den ilhamla şöyle deriz: “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimizin parmağına batan diken, bizim parmağımıza batmıştır; onun ayağına çarpan taş, bizim ayağımıza çarpmıştır. Onun acısını biz duyarız. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp bizim kalbimizdir.”
Biz bir ümmetiz. Aynı kitabın ve peygamberin çocuklarıyız. Afganistan, Irak, Libya, Somali, Filistin denilince bizim yüreğimiz yangın yerine döner. Çünkü oraların kalbi bizim sadrımızda atar. Ümmetin mazlum ve mağduru gözlerini göklere dikip “Ye veyletâ…” diye âh ettiğinde o âhla sadece Arş titremez, biz de titreriz. O acı çekiyorsa biz de acı çeker, o ağlıyorsa biz de ağlarız. Ümmetin tek ferdinde bile bir acı varsa biz artık o saatten sonra sevinemeyiz, gülemeyiz, Mevlânâ gibi üşüyen bir tek kişi varsa bile ısınamayız:
“Şems bana bir şey öğretti: ‘Yeryüzünde bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.’Ben de biliyorum ki, yeryüzünde üşüyen mü’minler var, artık ben ısınamıyorum.”
Biz bir ümmetiz. Aynı kitabın ve peygamberin çocuklarıyız. Biz o cansız bedenleri, akan kanları, dökülen gözyaşlarını, evinden yurdundan edilmiş kardeşlerimizi gördüğümüzde hiçbir şey olmamış gibi davranamayız. Yüreğimiz kabarır bizim. Gecemiz gündüzümüze karışır, hayatımız alt üst olur. Keder önce gönlümüze, sonra yüzümüze iner, orada duramaz, bizi de katar önüne, sel olur, zalimin yüzüne patlar. Öyle de gerekir, çünkü Muhammed Ümmetini bizden, bizi ise “Allah” dendiğinde gözü yaşaran, kalbi yumuşayan Ümmeti Muhammed’den başka kurtaracak yoktur. O yüzden bizim geçirdiğimiz her boş vakit, girdiğimiz her günah, yaptığımız her faydasız iş, düştüğümüz her gaflet çukuru ümmetin başına düşen bombalar kadar acıtıcı ve yıkıcıdır.
Biz Muhammed ümmetiyiz. İnsanlar içerisinde çıkarılmış en hayırlı ümmet biziz. Denge bizimledir, adalet ancak bizim kitabımızla sağlanır. Biz ayağa kalkmazsak, mazlumun acısını dindirecek olmaz. Biz harekete geçmezsek, adaleti kimse dert etmez. O yüzden zulmün, acının, kanın ve adaletsizliğin sıradanlaştığı bir dünyada hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşamak bu ümmete ardır.
Ümmetin gözyaşları yüreğimizi yakıyor. Çile şairinin dediği gibi sanki insanlığın her suçunda biz varız. Aldırmazlık edemeyiz. Hüküm, zamanı geldiğinde aramızda ayırım yapmayacak. Her acıda hissemiz var. Her gözyaşında yüreğimiz çağıldar. Her çığlık bizde kopar. Biz birbirine zimmetli canların oluşturduğu bir topluluğuz, aynı kitabın ve peygamberin çocuklarıyız.
Mehmet Köprülü'ın Yazısı.