Kalpsiz Kızlar, Umarsız Erkekler!
Ergün Bedri
Bir taraf bir şeyler hissetmiş, beraberce oldukça gündelik ve basit de olsa bir şeyler yaşamış ve paylaşmışken karşı tarafın bundan habersiz ilişkiyi devam ettirmesi mümkün müdür? Tamam belki dile gelen somut bir söz yoktur ama hiç mi bir şey yoktur? Mahkemeler veremez bu soruların cevaplarını ama kalplerin en kuytularını bir bilen var.
Ah şu gönlün insana ettikleri…
Hiç yaşlanmaz ve durulmaz. En coşkulu zamanları da gençlik dönemidir. Akar, dolar, taşar… Kabına sığamaz bir türlü. Menzil arar akışına, muhatap arar coşkusuna. Gönlü kontrol etmek mümkün olmasa da kıvam vermek mümkündür hatta şarttır. Yoksa olmadık yerlere gider, olmadık insanlara kayar. Sonra? Sonrası malum; hüzün, gözyaşı ve kalp yarası… Açıldı mı da kapanmaz o yaralar. Yıllar geçer de dün gibi taze kalır yaşananlar. O yüzden müteyakkız olmak lazım gönül konusunda. İnsan nasıl cüzdanını muhafaza ediyor, kolayına kaptırmıyorsa gönlünü de muhafaza etmeli kolayına kaptırmamalı. Kaptıracaksa da bir gülüşe, bir bakışa, bir işveye kaptırmamalı.
Gönül konusunda kalbi kararmamış, gönlü kirlenmemiş kim varsa tertemiz kıymetlilerinden dolayı risk altındadır. Ancak bir grup var ki onlar herkese göre biraz daha fazla risk altındadır. Çünkü onlar ergenliklerinin en delişmen dönemlerini, şeytanlarının en hararetli zamanlarını sabırla, mücadeleyle, fedakarlıkla; gözlerini ve gönüllerini koruyarak geçirmişler de yaşları biraz ilerleyip “tamam artık zamanıdır” deyip gönüllerini serbest koyduklarında tuzaklara düşmüşlerdir. Tabi ki gözün apaçık gördüğü basit tuzaklara değil. Belki hazırlayanın bile o kadar farkında ve bilincinde olmadığı ustaca tuzaklara. Belki tuzağı kuranın kendisinin bile düştüğü sinsice tuzaklara.
Efendim olay aslında şu: Gözünü ve gönlünü bahsettiğimiz en zor zamanlarda muhafaza etmiş kadın veya erkek bir kardeşimiz, yine kendisi gibi gördüğü ve kendisi gibi temiz bildiği başka bir kardeşimizle karşılaşır. Sonra bir daha karşılaşır. Sonra bir daha karşılaşmaya çalışır ve tabi emeği boşa gitmez. Her karşılaşmada biraz daha yakınlık, biraz daha ünsiyet oluşur. Sohbetler daha sıcak, espriler daha samimi, konuşmalar daha özele doğru kaymaya başlar. İltifatlar da olur, dertleşmeler de. Hediyeleşmeler de olur, paylaşmalar da. Bir yere gidilmektedir ama nereye? Bir taraf masumane belki de safiyane bir şekilde gidilen yerden emindir ancak esasında diğer taraf için bir yere gidiş yoktur. En azından sonrasında bunu iddia edecektir. Zaman geçer ve gidişat sorgulanır. Masum taraf gözü yaşlı, kalbi kırık, şikayetçidir; çıktığını düşündüğü yolda bırakılmış olmaktan. Diğer taraf için ise yola hiç çıkılmamıştır. Masum taraf hafızasını yoklar, hatıralar çıkartır, mekanlar gösterir, sözler dillendirir. Bugün için tek başına ele alındığında anlattıkları belki çok ikna edici değildir. Alacak verecek meselesi olsa, bir iş ortaklığı söz konusu olsa kimseyi ikna edecek bir delil yoktur ortada. Ancak gönül işleri alacak verecek meselesi değildir, iş ortaklığı hiç değildir. Biz büyüklerimizden biliriz ki kalpten kalbe yol vardır. Hele böyle bir durumda duble yol vardır. Dolayısıyla bir taraf bir şeyler hissetmiş, beraberce oldukça gündelik ve basit de olsa bir şeyler yaşamış ve paylaşmışken karşı tarafın bundan habersiz ilişkiyi devam ettirmesi mümkün müdür? Tamam belki dile gelen somut bir söz yoktur ama hiç mi bir şey yoktur?
Mahkemeler veremez bu soruların cevaplarını ama kalplerin en kuytularını bir bilen var. O bilir bütün cevapları. İlkokul çocuğu saflığına yatarak dese bir insan “ben bilmezdim o sözümü, o gülüşümü, o davranışımı böyle anlayacağını” ve ikna etse de birilerini, her kalbin sahibi bilir o sözün, o gülüşün, o davranışın nereye gittiğini veya karşı tarafta nereye denk geldiğini bilip bilmediğini. Dolayısıyla ya yaklaşmayacak ya yaklaştığından uzaklaşmayacak. Yaklaşıp uzaklaşmaya gelmez gönül. Ekmekten muazzezdir. Ekmekle oynayan çarpılırsa, gönülle oynayan bölünür.
GENÇ'ın Yazısı.