Kapıldım Seline Gidiyorum...
Ecdad: “Derenin bir kez olsun geçtiğini bildiğin yere ev yapma!” diyordu. Biz evi bırakın, ev üstüne kaç ev daha yaptık dere yataklarına. Dere yatağı olduğunu bilmiyor muyduk? Hayır, elbette ki biliyorduk. Ama işimize gelmedi. Sonra? Sonrası yok, olan oldu. Şimdi çık çıkabilirsen işin içinden.
üphesiz âlem mükemmel işleyen bir düzen ile yaratıldı, bizler yani Âdemoğulları da öyle bir yaratılışın eseriyiz. Âlemden farkımız irademiz. Bu iradeyle âlemi kendi çıkarımıza yontuyoruz. Rızkını karşılayacak kadar yontmaya kimsenin bir şey dediği yok, zaten âlem üzerinde Rabbimizin tekvin sıfatı onun koyduğu nizamda tecelli ediyor. Biz kulların bu nizamı bozma girişimi ise başımıza afetleri getiriyor. Bu afetlerden kim etkileniyor derseniz, sadece suçlular etkilenmiyor, suçsuzlar da etkileniyor elbette. Çünkü bir beldeye gazap geldi mi ayrım yoktur. Orada bulunan herkes orada olanlardan sorumludur. Öyle ki yaşanan gelişmeler bir turnosal kâğıdı gibi herkesin hatasını gün yüzüne çıkarıyor ve hatta yüzüne çarpıyor. Bu takdire şükürle, sabırla, ibretle, edeple, tevekkülle, tövbe ile karşılık verebilirsek kurtuluşa ermemiz için kapılar açılıyor, aksi takdirde ise isyan bayrağını çekmişliğimizle kalmayıp başımıza zahiri felaketten daha büyüğünü getiriyoruz da, bunun da pek farkında olamıyoruz.
İsyan, öfkeyle intikam duygusuyla yoğrulunca kulu şirazeden çıkarıyor. Elbette isyanın da öncesinde nisyan var. Unuttuğumuz çok şey var. Ders almadığımız, söz dinlemediğimiz, laf anlamadığımız çok şey var. Kendi elimizle tahrip ettiğimiz ve bunun karşılığında da bedel ödediğimiz coğrafya burası, yani Anadolu.
Anadolu, jeopolitik konumuyla gelmiş geçmiş birçok ülkenin asırlardır hayallerini süsledi. Bin yıla yakın süredir de bizim sahiplendiğimiz bir coğrafya. Fakat son yüz yılda hırpalandığı kadar hiç hırpalanmamıştı. Ecdadımızın sözleri de kulağımızdan çıkmış olacak ki hiç kimseyi dinlemeden uzun emellere daldık. Ecdad: “Deniz verdiğini alır” demişti. Biz dinlemedik. Dağları oyup denizi doldurduk. Bu sayede biraz daha toprak sınırımızı genişlettik. Farkında değildik, âlemin kolonlarını kesmekteydik. Âlemin kolonlarını kesersen göğe zarar veremezsin ama kendine ve âlemi seninle birlikte kullanmakta olan tüm tabiat mahlûklarına zarar vermiş olursun. Yeryüzündeki bu fay hatları bizim teknolojinin seline kapılmışlığımızla birlikte vicdanımıza sapladığımız ağır metal darbelerin eseridir. Eskiden yok muydu? Evet, eskiden de vardı. Ama hiçbir zaman insanoğlu menfaat için bu kadar bir birinin üzerine çıkmamıştı. Ecdad: “Derenin bir kez olsun geçtiğini bildiğin yere ev yapma!” diyordu. Biz evi bırakın, ev üstüne kaç ev daha yaptık dere yataklarına. Dere yatağı olduğunu bilmiyor muyduk? Hayır, elbette ki biliyorduk. Ama işimize gelmedi. Sonra? Sonrası yok, olan oldu. Şimdi çık çıkabilirsen işin içinden.
Üç Temmuz gecesi Samsun’da başlayan rahmet en yoğun haliyle bir saat sürdü. O bir saat içerisinde can pazarı yaşandı. On dört can, sele kapılarak, boğularak, çamura saplanarak son nefesini verdi. Herkes aynı soruyu sordu: “Sorumlusu kim?” Bu soru sorulmadan önce dev bir ayrım yaşanmıştı toplumda. Bunu kimse fark etmedi ettiyse de sesini çıkaramadı. Evet, bu ayrım toplumu ikiye böldü, bir yanda “afetzedeler” diğer yanda ise “afetzâdeler”. Bu ayrımı bilinçli olarak yapan da “afetzâdelerin” başı olarak da medya idi. Medya her zamanki yöntemlerini uygulamış insanları her konuda olduğu gibi bölmüş ve toplum olarak ortak bir kanaat oluşmasına izin vermemiştir. En çok suçlu olanı açıkladık ama o, olayın değil durumun suçlusu. Gerçek suçluyu açıklamadan önce afetzedeler ile afetzadelerin yaptıklarına bakalım.
Afetzedeler: Su baskınlarından etkilenenler, canıyla malıyla bedel ödeyenler ve bir de medyanın hain bölücülüğüne boyun eğmek zorunda kalsa da kul olarak başa gelen çekilir diyebilenler. Afetzedeler kısaca felaketin bedel ödeyenleri. Onların içerisinde çok iyi niyetli insanlar tanıdım. Kendi evi, eşyası hasar gördüğü halde “Benden daha acil durumda olanlar var onlara yardım edin” diyenleri gördüm. Onların içerisinde can mal kaybı yaşamasa da başımıza gelen her şey takdiri ilahidir ve bizim hatalarımızın eseridir diyenleri gördüm. Ben de onlardan oldum.
Afetzâdeler: Ne selden ne yelden hiçbir şeyden etkilenmemiş olduğu halde yuvası, ekmek teknesi dağılanlara ait yerleri yağmalayanlar, yaşanan acıyı suistimal etmeye çalışarak siyasi, iktisadi rant elde etmeyi hedefleyenler, yıllardır hiçbir iş yapmadıkları halde bu süreçte birkaç iş yaparak kurtarıcı rolüne bürünenler ve tabii toplumu birbirine karşı düşman edip bölmek isteyenler. Onların başında da medya olduğunu daha önce söylemiştim.
Evet, şimdi gerçek suçluyu açıklıyorum. Gerçek suçlu biziz, yani insan. Daha fazlasına tamah eden, gözünü mal, toprak, para, hırs bürüyen, tüm kurumlarıyla tüm tüzel kişilikleriyle tüm teknolojik yönleriyle insan. Kapıldığı asıl selin halen farkında olmayan, insan.
Sami Yaylalı'ın Yazısı.