Asırlık Kelime Oyunları
Üslûbunuz sizsiniz. Hangi gelenekten geldiğinizi üslûbunuzdan tanırlar. Milliyeti yalnızca Türklüğe oturtursanız, bilimi ilime tercih ederseniz, rehberim yerine pervasızca idolüm derseniz bilmeden de olsa kendinizi yanlış yerde konumlandırmış olursunuz.
Üslûb-u beyan ayniyle insan, demişler. Beyanınız sizi kolayca ele verir. İnsan kıyafetiyle karşılanır, fikirleri ve üslûbuyla uğurlanır. Fikirlerinizi kelimeler üzerine bina edersiniz. Belki de bu yüzden dünyaya düşen Âdem’e Allah ilk olarak eşyanın isimlerini öğretmiştir. Dile gelsin ve düşünsün diye. Çünkü dile gelmeyen düşünemez, düşünmeyen dile gelemez. Dil ile düşünce at başı gider.
İşte bu yüzden konuşurken ya da yazarken kullandığımız kelimeleri seçmekte manavdan karpuz seçmekten çok daha titiz olmalıyız. Manavdan karpuz seçerken bile kelek mi çıkar diye türlü türlü endişelere giriyorsak, kelimelerimizi seçerken bundan çok daha fazlasını yaşamalıyız. Neticede karpuz kelek çıksa bile gidip geri verebilirsiniz, fakat sizden çıkan kelimeyi geri almanız mümkün olmayabilir.
Yaklaşık yüz yıldır uygulanan İslam’dan intikam alma harekâtı işe dilden başlamıştı. Bir asırdır uygulanan dil soykırımı bugün, kullandığı kelimeleri seçmek konusunda vurdumduymaz, şuursuz ve hafızasız bir nesil yarattı. Dil devriminin gerekli bir şey olduğunu savunduğu halde Türkçe’nin yozlaştığından dem vuranlar acaba hangi Türkçe’den bahsediyorlar? İslamsız bir Türkçe mümkün müdür? Hatta ve hatta Arapçasız bir Türkçe mümkün müdür? Mümkün olmadığını bildikleri için böyle bir soykırıma giriştiler ya. Türk Dili’nin özleştirilmesi bahaneydi, İslam’ın Türk’ün kalbinden sökülmesi onlar için şahaneydi. Madem Türk Dili’ni sadeleştirmek, maarifi halka da yaymak istiyordular, öyleyse neden Yunus’un dili onlara yeterli gelmedi? Neden eski şaman Türklüğüne kadar gitme gereği duydular? Yunus’un dili yeterince sade değil miydi? Tek bir sebep vardı; Yunus’un dili İslam’ın diliydi.
İçinden İslam çıkarılan Türkçe, ne yazık ki kuru bir dil haline geldi. Kuruyan dil, zihinlerimizi de kuruttu. Hatta öyle oldu ki eskiden kutsallık atfettiğimiz bazı kelimeler bugünün siyasi çıkarlarına uyarlanarak, bu çıkarlar sanki kutsalmışçasına sunulmaya başlandı. Bunlardan biri milliyet kavramı. Milliyet dediğimiz şey, bizde dinden ayrı düşünülemezken, bugün birçok insan kendisine yalnızca Türklüğü esas alarak milliyetçi diyor. Eğmeye bükmeye gerek yok. Yapılan şey düpedüz ulusçuluk. Kendilerine ulusçu diyemiyorlar, çünkü bu topraklarda ulusçuluk tutmaz. Tutmaz çünkü benim dedem ulus nedir bilmez. Oysa milliyetin ne olduğunu çok iyi bilir. Dedemin zihnini şeytanın kelime oyunlarıyla bulandırmak isteyenler, dedemin anladığı dilden konuşarak onun saf müslüman kalbine fitne tohumları ekiyor.
Yalnızca dedemi mi kandırıyorlar? Bazen böyle kelime oyunlarıyla bazen de dayatmalarıyla yeni nesillerin zihinleri karmaşaya sürükleniyor. Meşhur kelimelerimizden birisi de “bilim”. Bugün bilimin, ilimle aynı şey olduğunu öne süren mürekkep yalamışlarımız var. Biz ilmi Yunus’un “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” mısrâından öğrendik. Bilimi ise TÜBİTAK’ın pozitivist bir bakışla sunulan ve bir dönem oldukça popüler olan Aylık Bilim ve Teknik Dergisi’nden öğrendik. Yunus niree, TÜBİTAK nire… İlim niree, bilim nire… Bilim olsa olsa, ilmin küçük bir parçası. Tıpkı felsefenin hikmetin küçük bir parçası olduğu gibi. Felsefe meşhur tarifiyle nasıl hikmet sevgisi ise bilim de ancak ve ancak ilme olan açlıktan dolayı gösterilen çaba. Fakat ne hazin ki felsefe, hikmete ulaşmak anlamına gelmediği gibi, bilim de ilim sahibi olmak anlamına gelmez. Bugün ise büyük bir pervasızlıkla her şeyin başına ve sonuna bilim ekleniyor. Üstelik buna en çok dikkat etmesi gereken Müslümanlar da bu furyayı destekliyor. Bu hal bir Müslüman için önünüzde koskoca okyanus dururken, küçük bir gölde yelken açmaya benziyor.
Bahsettiğimiz iki kelime bizim asırlık meselelerimiz. Bir de daha yeni kelime/düşünce meselelerimiz var. Onlardan biri de Fransızca “idol” kelimesi. Bu kelime bugün o kadar yaygın ki küçücük çocukların dilinde bile “benim ideolüm şu” cümlesi dolanıyor. İdol, Fransızca’da “put” manasına geliyor. Yani “benim idolüm şu” derken aslında “benim putum şu” demek oluyor. Reklam sektörü gençlerin eline her gün binlerce put/idol veriyor. Asrın dilini yakalayalım yakalamasına. Fakat asrın dili işte bu ağabeyler. Mesele bu kadar vahim. Kelimelerimiz bu derece kritik.
Üslubunuz sizsiniz. Hangi gelenekten geldiğinizi üslubunuzdan tanırlar. Milliyeti yalnızca Türklüğe oturtursanız, bilimi ilime tercih ederseniz, rehberim yerine pervasızca idolüm derseniz bilmeden de olsa kendinizi yanlış yerde konumlandırmış olursunuz. Hal böyleyken hiçbir meselenin içinden çıkamazsınız. Cemil Meriç’in tabiriyle Kâmus’un namus olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Selim Tiryakiol'ın Yazısı.