Günümüzde Amerika ve Avrupa’da bulunan dev rasathanelerin kökünün Müslümanlar tarafından Şam ve Bağdat’ta kurulan rasathanelere kadar dayandığını unutmamalıyız. Bu yüzden tarihimizle barışık olmalı ve asla ama asla bir eziklik duygusu içerisinde olmamalıyız! Ancak geçmişimizle övünerek de hiçbir başarıya muvaffak olamayacağımızın da bilincinde olmalıyız.

Astronomi, diğer bilim dalları gibi çeşitli toplumlar tarafından geliştirilerek bugünkü hâline gelmiştir. Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’nın söylediği gibi bilimin dini yoktur. Yani bilim, kendisine değer verildiği toplumlarda gelişir. Geliştiği beldenin ise refah düzeyini arttırarak insanların daha rahat yaşamasını sağlar. Bu, insanlık tarihi boyunca hep böyle olagelmiştir.

8. yüzyılın başlarında Müslümanlar bilime Batılılardan daha çok değer verip önemsedikleri için Orta Doğu ilmin yeni yuvası hâline gelmiştir. Yunanlılardan alınan bilimsel eserlerin büyük bir tercüme hareketiyle Arapçaya çevrilmesiyle Araplar bilimsel alanlarda büyük ilerlemeler kaydettiler. Ancak Araplar astronomiyi diğer bilim dallarından daha çabuk kavramış ve benimsemişlerdir. Çünkü Arap kültüründe gecenin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin büyük yeri ve önemi vardır. İslâm öncesi ve erken dönem Arap-İslâm şiirinde 300’den fazla yıldızın isminin geçmesi bunun en önemli göstergelerindendir.

Bu sebeplerden ötürü astronomi İslâm dünyasında çok hızlı bir şekilde gelişerek döneminin en gözde bilim dalı hâline geldi. Tüm bu gelişmelerin yaşandığı sırada Müslümanların başında Halife el-Me’mûn vardı. Halife el-Me’mûn astronomiyle uğraşan, kendisi için önemli astronomik gözlem ve ölçümleri bizzat düzenleyen ve hatta bu çalışmalara bizzat katılmayı adet edinen ve gerekli aletleri inşa ettiren bir zât idi. Bu yüzden gökbilimcilere ve çalışmalarına büyük değer veriyordu.

Gittikçe yoğunlaşan astronomi çalışmaları, bu çalışmalara katılan astronomların sayısının artması, korunmaları, gözlemler için hazır tutulmaları, genişleyen aletler dairesi ve özellikle ölçüm araçlarının büyütülmeleri ve geliştirilmeleri yönündeki artan zorunluluk, sonunda bu iş için gerekli olan bir binanın hazırlanmasını mecbur kılmıştır. Sadece Yunanlarda ve Ptoleme’de değil, değişik kültürlerde de binlerce yıldır yürütülen astronomi çok önemli bir seviyeye ulaşmış olmasına rağmen, bu alanın gelişimi, bir idareci ya da devlet adamına bir rasathane kurma zorunluluğu hissettirecek düzeye henüz gelmemişti. Bu tarihsel bilgiler ışığında Müslümanların astronomide geldikleri seviyeyi anlamak çok zor olmasa gerek.

Halife el-Me’mûn gökbilimcilerin ortaya çıkan bina ihtiyacını karşılamak için Bağdat’ın Şemmâsiyye semtine ve Şam’ın kuzeyindeki Kâsiyûn tepesine iki rasathane kurdurmuştur. Astronomi çalışmalarının elverişli bir bina olmadan başarılamayacak hale gelmiş olması ve Halifen el-Me’mûn’un sağlık durumunun gittikçe kötüleşmesinden dolayı yeni bir bina yapmak yerine astronomik çalışmalar yapmaya elverişli olan binalar rasathaneye çevrilerek süreç hızlandırılmaya çalışılmıştır. Şemmâsiyye’deki rasathane eski bir tapınaktan, daha doğrusu bir sinagogtan çevrilmiştir. Bu rasathane, halifenin en yakın çevresinden olan Yahudilikten dönme Sind bin Ali’nin denetiminde kurulmuştur.

Şam yakınlarında bulunan Ḳâsiyûn tepesindeki rasathane için de eski dini bir yapının, Deyr el-Murrân manastırının kullanılmış olması burada dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Her iki rasathane de hemen hemen eş zamanlı olarak kurulmuştur. Bu rasathanelerin eş zamanlı yapılmasındaki nedenin astronomların eş zamanlı gözlemler yürütme veya birbirlerinden bağımsız olarak yüksek kaliteli aletlerle kazanılan karşılaştırmalı veriler elde edebilme arzusu olabileceği düşünülmektedir. Zaten günümüze ulaşan bilgilere bakıldığında her iki rasathanede de büyük gökbilimcilerin çalışmalar yaptığı görülmektedir.

Bir rasathane işlevinin, amacının ve görevlerinin ne olduğu bilinci böylece Bağdat ve Şam’daki öncüler sayesinde sonraki astronomlar ve astronomi meraklılarına sağlanmıştır. Günümüzde Amerika ve Avrupa’da bulunan dev rasathanelerin kökünün Müslümanlar tarafından Şam ve Bağdat’ta kurulan rasathanelere kadar dayandığını unutmamalıyız. Bu yüzden tarihimizle barışık olmalı ve asla ama asla bir eziklik duygusu içerisinde olmamalıyız! Ancak geçmişimizle övünerek de hiçbir başarıya muvaffak olamayacağımızın da bilincinde olmalıyız. “Dünya bizi bekliyor!” diyorlar. Ya biz neyi bekliyoruz?


Muaz Erdem'ın Yazısı.