Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü verilerine göre ülkemizde 10.370 adet spor kulübü bulunuyor. Buralara kayıtlı sporcu sayısı ise 500 bin civarında. Nüfusumuza göre oldukça mütevazı sayılabilecek bu oranların artması için sosyal dokumuza ve genetiğimize uygun bir kulüp yapılanması şart. Spor kulüpleri gençlerin  değerlerimizle buluşması için farklı faaliyet dallarına eğilir ve sadece bedeni değil zihni ve kalbi de geliştirmeyi hedef alan çalışmalara  yönelirlerse hem çok daha  geniş bir kitleye ulaşır, hem de adı şiddet, kabalık ve vahşetle anılmaya başlayan spor camiasını layık olduğu konuma taşırlar. Spor kulüpleri ne yapıp ne edip  mensuplarına şeytana çalım attıracak bir şahsiyet ve karakter eğitimi vermeliler. Diğer türlü isimlerinin şiddet ve nefretin ocağı olarak anılmasından kurtulamadıkları gibi altlarındaki zemini de kaybedecekler.

utbolun ve taraftarlığın iki yüzü var. Birincisi için yakın zamandan bir örnek: “Beşiktaş-Bursaspor maçı öncesi iki takımın taraftarları  birbirine girdi. Taşlar ve sopaların havada uçuştuğu kavgada 3 taraftar bıçaklandı. Güvenlik güçleri engel olmaya çalışsa da,  Beşiktaşlı taraftarlar ellerine ne gelirse Bursasporlu taraftarlara doğru attılar. Polis kordonunu da bu yolla, yani taşlar, sopalar,  şişelerle delen siyah-beyazlılar, Bursaspor taraftarlarına saldırdı. Karşılık vermeye çalışan Bursasporlu taraftarlar ile Beşiktaşlılar  arasında  adeta meydan savaşı yaşandı.”

 Sevdaların değil benliklerin sahnesi!

Bu örnek, insan doğasındaki şiddet, kin ve egoyu ortaya çıkaran, daha doğrusu ayyuka çıkaran, insana ve topluma dönük bir zararlar silsilesi olarak futbol ve taraftarlığı anlatıyor. Bir anlamda da, futbolun ve taraftarlığın dışına  çıkışın ilanını veriyor. Çünkü bir taraftar grubunun, tanımadığı başka bir taraftar grubuna karşı, hakaret ve küfretmenin de ötesinde  şiddete başvurması akılla izah edilebilir bir şey değil. Çünkü burada artık spor, taraftarlık falan söz konusu değil; burada bireylerin  şiddeti var. Hatta kolektif hâle gelmiş şiddet var. Takımını savunduğunu düşünen bıçaklı holigan taraftar, kulübü adına bir şey yapmıyor, tamamen kendi nefsinden duyduğu hazzın, yani şovun, gücün, gösterinin  peşine düşüyor. Ve bunu kolektif yapmanın kendinden geçmişliğini, çılgınlığını yaşıyor. Artık orada takım ve taraftar görevleri diye bir  şey yok; bütün vücudu nefsinden ibaret olan insanlık dışı bir yaratık var. Ancak böyle bir yaratık, tanımadığı insanlara galiz küfürler  edebilir ve onlara bıçakla sopayla saldırır. Bu noktada, taraftarlık ve futbolun, toplum için değil, başkalarını ezerek kendini  sahnelemek isteyen hazcı birey için var olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz bu insan tipinin nefsani sorunları “yapısal” olarak bir  mekana veya oyundan ibaret olan futbola mal edilemez. Futbol ve tribünün buradaki etkisi bünyelerdeki biriken kiri tetiklemektir.

Bu  insanlar futbol diye bir şey olmasaydı, içlerindeki anlamlandırılmamış ve tatmin edilmemiş hırsı, karşıtlığı, görünme arzusunu başka  bir platformda başka bir yolla mutlaka tatmin edeceklerdi. Çünkü bu insanlar, yani taşla sopayla bıçakla karşısındaki taraftar  grubuna saldırabilecek kadar gözü dönebilen, derneklerden internet forumlarına kadar çeşitli taraftar ortamlarında ve kendi kişisel  çevresinde reislik ve kahramanlık payesi elde edebilmek için hayatını dahi riske edebilen bu insanlar, dünyanın hemen her yerinde  ve büyük çoğunlukla, alt sınıfın yani daha yoksul kesimin, taşranın, varoşun, kaybedeceklerinin az kazanacaklarının çok olduğunu  düşünen insanlarıdır. Ekonomik seviyesi ve eğitimi daha üst seviyedeki insanlar hâliyle kendi düzenlerini ve hayatlarını riske edecek  faaliyetlerden uzak dururlar, çünkü duygusal ve zihinsel olarak daha fazla doymuşturlar.

Sözün özü şiddetin, nefretin ve holiganlığın ellerine terk edilmiş gençleri adam etmenin derdine düşmüşsek sokaklara inmemiz gerekiyor, kulüpler vasıtası ile onlara ulaşmamız gerekiyor. Derdimiz varsa böyle, yoksa iyi seyirler…

Holigana nefret, sokağa sükut suikasti!

Şimdi bu bireyin, tribünlerde, stat diplerinde vb. yerlerde doğurduğu terörü lanetlerken,  yaşadıkları mekanlardan, geldikleri sokaktan ve onları bu duygu /zihin durumuna getiren süreçten ne kadar sorumlu olduğumuzu  da hızla kendimize sormamız gerekiyor. Yani, Çarşı grubunun anarşistleri Bursalı taraftarları bıçaklayınca, kalkıp televizyon  ekranından güvenlik önlemleriyle, deplasman tribünüyle,polis sayısıyla ilgili eleştiri yapmak, haklı olunsa dahi, işin en kolay tarafı olarak kalıyor. Olan biteni herkes konuşuyor; en afili  cümlelerle tavır konuyor, Avrupa’dan örnekler veriliyor, medeniyet dersi anlatılıyor, herkes kendi sorumluluğunu devlete, kamu vicdanına paslıyor, ama sahaya inip elini taşın altına koyan pek az.

Mesela bu tür konuşanları şehrin eteklerinde, üstelik en çok futbolcu çıkan semtlerde pek göremiyoruz. Eski milli futbolcuları  Maslak’ta halı saha turnuvası düzenlerken görüyoruz; ama örneğin Bağcılar’da bir spor derneğinde genç takımla yıldız takımla vakit geçirirken görmüyoruz. İşte burada futbolun ve taraftarlığın, spora yani insana hizmetin, ikinci yüzü, asıl sorusu ve imkanı beliriyor.  Sokaktaki adama ne veriyorsak, tribünden ve sahadan onu alıyoruz, fazlasını değil. Sporun ve özelde futbolun en önemli kaynağı sokaklar, mahalleler, semtlerdir, bunların da özellikle daha kenarda daha aşağıda olan kesimleridir. Beşiktaş’ın şimdiye kadar  Bağcılar’dan 32 tane profesyonel futbolcu çıkardığını bir kenara yazmak lazım. Sokaklar potansiyelini ve bazı kesimlerin görmezden geldiği yeteneğini her zaman hatırlatmıştır insanlara. Çünkü futbol en toplumsal olaylardan biridir.

Bu olayın bir aktörü veya savaşçısı  lmayan insanlar, çıkıp sağda solda nutuk atmasın. Futbol kapitalizme hizmet ediyor, endüstriyel ağ her şeye hakim  diyerek futbol karşıtlığı gibi bir konumda bulunmak; tribünü, taraftarları ve ambiyansı sosyolojik veriler eşliğinde sermayeyi hedef göstererek  aşağılamaya kalkmak, bir tür seçkinciliktir ve hiçbir şeye yaramaz. Kendini çoğunluğun yaşadığı zeminden soyutlayan gerçeklikten kopuk eleştiricilerin, liberallerin, pijamalı golfçülerin yahut radikal dincilerin hükümleri kendi sokaklarının dışında duyulmayacaktır.

İşte bu insanların sesini ve kokusunu duymadıkları, üzerinde yürümedikleri sokaklardan  gelen insanlar hem futbolu var ediyor hem de futbol üzerinden açığa çıkan benlikleri, hırsları, terörü ortaya çıkarıyor. Evet, futbolu var ediyorlar, çünkü takım kurabilmek için Sakarya’da yıllarca toprak sahada güneşin altında tek başına idman yapan Tuncay Şanlı’ya ihtiyaç var. Kurduğu cümlelerin çoğu darmadağınık olsa da Kartal sokaklarından gelen Volkan Demirel’e ihtiyaç var. Real Madrid’in şimdiye kadar transfer etmek istediği tek Türk futbolcu olan imam hatip mezunu. Nihat Kahveci’ye  ihtiyaç var. Liste uzayabilir.

Öteki tabloda ise terör, futbol holiganlıktır, futbol adam bıçaklamaktır gibi sloganlarla kesilip biçilen insanlar var ki ikisi aslında aynı yerden geliyor. Sen hangisine emek sarf ediyor, hizmet sunuyor ve maddi ve manevi  destek veriyorsun? Senin ayağına top, sırtına forma vermediğin, semtine saha yapmadığın adam, o sokağın içinden çıkıyor, doyuramadığı hevesleri ve hedefleriyle bu sefer kirli yollara sapıyor. Çünkü sen o sokaklara girmiyorsun bile. Birçoğunda  yürümedin, iki kilometre ötelerindeki caddeden sürdün gittin arabanı. Onların ne istediğini, onlara ne verebileceğini bilmiyorsun. Bazı yargıların var sadece, üzerinde yeterince düşünülmemiş, sokakta toprakta ve asfaltta test edilmemiş, karşı  cepheden kendisine hiç bakılmamış yargılar.

Ayağına top, sırtına forma vermediğin, semtine saha yapmadığın adam, o sokağın içinden çıkıyor, doyuramadığı hevesleri ve hedefleriyle gidiyor kirli yollara sapıyor. Çünkü sen o sokaklara girmiyorsun bile. Birçoğunda yürümedin, iki kilometre ötelerindeki caddeden sürdün gittin arabanı. Onların ne istediğini, onlara ne verebileceğini bilmiyorsun. Bazı yargıların var sadece, üzerinde yeterince düşünülmemiş, sokakta toprakta ve asfaltta test edilmemiş, karşı cepheden kendisine hiç  bakılmamış yargılar.

Sokağın umudu, bataklıkların ilacı olarak futbol! Bazı futbolcuları yardım organizasyonlarında görürüz sürekli, nereden geldikleri  akıllarından çıkmamıştır çünkü. Bize dolaylı yoldan ve yetersiz de olsa hatırlattıkları şey, nerden geldikleridir. Biz işte burada,  istisnaların kaideyi bozduğu, futbolun gerçek anlamının belirdiği yere dikkat kesilelim. Burada futbol sevgisi ve taraftarlık, insanın  kendisine nefsine nefretlerine değil, topluma sokaklara memlekete hizmet eden bir anlam kazanıyor.

Kaç tane çocuk yeteneğini  gösteremeden kaybolup gitme anında, yakaladığı ufak imkanların izini sürerek, hem tabir caizse bataklıklardan, uyuşturucudan, serserilikten, amaçsızlıktan sıyrılıp, futbol üzerinden daha tutarlı, sağlıklı, inançlı bir hayata kavuşmuştur, bundan söz edelim. Buna  hizmet eden insan sayısı azsa da bunun örnekleri az değil.

Her yerde görülebilir. Çocukluğumu yaşadığım Pendik’teki bir mahallede  unu canlı örneklerini gördüm defalarca. Sefaköy’de kendisine imkan sunulan 400 tane çocuğun meşin yuvarlak  sayesinde kötü alışkanlıklarına çalım atma hikayesinden söz etmiştik. Doğuda futbol okullarının nasıl bir ilgiyle ve potansiyelle  karşılandığını aktarmıştık. İşte son hadiseyi de okuyorsunuz dergimizde:

“Kütahya’da kenar mahallede unutulmuş ya da tiner  kullandığı için dışlanmış çocuklara ilgi ve alaka gösteren, onları topluma kazandıran, kimsenin umurunda olmayan çocukların derdine düşmüş biri var: Ahmet Dalkıran… Gençlik hobisi futbolun kenar mahallelerde unutulmuş çocuklara erişmekte yararlı  olacağını görünce bir spor kulübü kurmuş ve sosyal bir hizmet kapısı açmış…” 

Sözün özü şiddetin, nefretin ve holiganlığın ellerine terk edilmiş gençleri adam etmenin derdine düşmüşsek sokaklara inmemiz  gerekiyor, kulüpler vasıtası ile onlara ulaşmamız gerekiyor. Derdimiz varsa böyle, yoksa iyi seyirler…

 Şeytana ‘Zuki’ Armağan Edecekler

 ENSAR SPOR KULÜBÜ

Adana’da şeytana çalım atmaya uğraşan bir kulüp var: Ensar Spor  Kulübü. Kendi ifadeleriyle şeytana “zuki” (Tekme) ve ‘‘uchi”  (Yumruk) armağan edecekler. Başkanlığını Yalçın Çelik’in yaptığı bu kulüp Mayıs 2008’de kurulmuş olmasına rağmen daha  şimdiden birçok başarılara imza atmış durumda. İki şubesi bulunan Ensar Spor Kulübü karate ve satranç dallarında faaliyet  gösteriyor. 488 lisanslı sporcusu olan kulübün karate antrenörlüğünü aynı zamanda uluslararası hakem olan Metin Yavuz, satranç antrenörlüğünü ise Uğur Tülüce yürütüyor.

Bir buçuk sene içerisinde onlarca faaliyete katılan Ensar karatecileri Dünya Gençlik Kupası için Yunanistan’a giden Türk Karate Milli Takımı’na beş sporcu vermişler. Yine Balkan Ülkeleri Karate Şampiyonasında Ensarlı bir sporcu Balkan Şampiyonu olmuş. Bu sene  Tahran’da yapılan İslam Ülkeleri Şampiyonasında ise kulübün antrenörü Metin Yavuz Milli Takımın antrenörlüğünü yürütmüş.  Yavuz’un başında olduğu Milli Takım toplam klasmanda üçüncülük, serbest klasmanda ise birincilik kupasını almış.

Ensar Spor Kulübü ulaştığı 500 gencin sadece bedenlerine değil, zihin ve kalplerine yönelik çalışmaları ile alkışı hak ediyor. 


Ali Düz'ın Yazısı.