Kelimene Sahip Çık
Dilimiz, Türkçe’miz “İslam kültür havzasından beslenerek gelişip, serpilen” bir dil. Belki değil kesinlikle bu yüzden de “sadeleştirme” adı altında kafese kapatıldı, budandı, dalları kırıldı. İslam, Kur’an kelimeleri olmadan yolunmuş kuşa dönen dil ile, Kur’an’ı nasıl anlayabilirdik ki?
Peyami Safa, roman kahramanı Vafi beyin dilinden aktarıyor: Ben Ferid’i d ile yazarım, demişti. Ferit’in babası da bu fikirde idi ve Hamid’in “ahir-i ömrümüzde ismimizin sonuna bir it taktılar!” sözünü tekrarlarken kopardığı kahkahaların peşinden “bugünkü imlada fonetik yok, fonetik, fonetik!” diye bağırırdı.
Bahsi geçen Hamid, Abdülhak Hamid Tarhan’dır ve ünsüzlerin sertleşmesi kuralına mukabil, “hamdık, it olduk” dediği rivayet edilirmiş.
“Ağzını hayra aç” ihtarı biraz da sözün büyüsüne işaret etmez mi? Ya da “kırk gün deli dersen, deli olur” uyarısı… Konuşurken, yazarken seçtiğimiz kelimeler aynı anda kaderimizi de belirler. Kutadgu Bilig’de ne güzel ifade edilmiş:
İnsan dilince değişir kader
Ya yurda baş olur, ya başı gider
Fakat şimdi öyle bir devirdeyiz ki düzgün ve yerinde kelime seçimi neredeyse lüks sınıfına girecek. İki kelimeyi düzgün kullanan insan görsek hemen dikkat kesiliyoruz. Özellikle sosyal medyanın sağladığı alanda bozulan kelimeler, yanlış kullanımlar, yabancılaşan, birbirine karışan farklı dillerin kelimeleri, insanların konuşmalarındaki karışıklığı gözler önüne seriyor. Üstelik dildeki karışıklık hem zihin hem de gönüldeki karışıklığı aksettiriyor.
Kelimeleri tuğlaya benzetiyorlar. Ne kadar çok tuğlanız varsa, o kadar büyük bir ev, bir saray inşa edebilirsiniz. Tuğlanız bir odaya yetecek kadarsa, ancak bir oda yapabilirsiniz kendinize. Şimdi tuğlaların azlığı kadar onları kullanarak inşa ettiğimiz odalar, cümlelerimiz de sorunlu. Böylelikle odanın kapısı tavana, pencereleri yerle aynı hizaya denk gelmiş, ucube bir yapıya dönüşüyor cümleler.
Billur kristal bir bardaktan taşdelen suyu içmek yerine, onlarca elde tarumar olmuş, hırpalanmış, şekli bozulmuş plastik bardaktan kirli su içmekten farkı var mıdır, kirli dil kullanmanın? Su midemize gidip bedenimizi, kelimeler zihnimizden yola çıkıp ruhumuzu, gönlümüzü besliyor. Az şey değil.
Bir gün CNN, NTV gibi özel bir haber kanalı açık, izlemek yerine dinliyorum. Bir ara şaşkınlıkla ekrana baktım. Sanki duyduğum kelimeleri ekranda da okuyabilirmiş ve yok yok yanlış duymuşum, diyebilirmişim gibi bir şaşkınlık ama ümitle. Çünkü ekrandaki hanım, sunduğu haberi izleyiciye aktarırken bir yandan da yorum yapıp “sevindirik oldular” deyiverdi. Yine geçen akşam TRT 1 akşam haberlerinde, hanımefendi haberlerin sonuna gelindiği için program tanıtımı yaptı ve güzel güzel “TRT He-De kanalında izleyebilirsiniz” dedi. Ne iyi oldu, dedik. TRT olarak farkına varmışlar bazı yanlışların. Fakat az sonra yayına giren bir başka tanıtım reklamı, bu inceliğin sadece sunucuya ait olduğunu ispat edercesine “TRT Eyç-Di” telaffuzunu seslendirdi. Sadece sunucuların seslendirdikleri değil, nice alt yazı görüyoruz ki, imla katledilmiş, kelimeler kırpılmış. Dile en iyi sahip çıkması gereken medyada bile durum böyleyken, birisi “cahille muhattabımı kestim” diye tivit yazmış, bir başkası “merdivenleri çıkmaktan öl geldi” demiş… bir başkası “copy paste yap, push et, selamun hello demiş”… çok mu?!
Dilimiz, Türkçe’miz “İslam kültür havzasından beslenerek gelişip, serpilen” bir dil. Belki değil kesinlikle bu yüzden de “sadeleştirme” adı altında kafese kapatıldı, budandı, dalları kırıldı. İslam, Kur’an kelimeleri olmadan yolunmuş kuşa dönen dil ile, Kur’an’ı nasıl anlayabilirdik ki? Anlamadığımız bir kitabın emirlerine uymak, ruhunu hissetmek de öyle uzaklaştı bizden. Yazının şekli gibi özü de bozuldu ki, irtibat asgari seviyelere insin.
Dili düzgün ve doğru kullanmak, lükse kaçan bir kibarlık alameti değil, aslında hepimizin boynuna borç, olmazsa olmaz bir davranıştır. Dile sahip çıkmak hem geçmişe, tarihe, hem de geleceğe sahip çıkmak, geleceği, kaderi inşa etmektir. Dilimiz ile Kur’an kültürünü devam ettirmek biz ahir zaman ümmetinin boynuna vebal. Sadece okuyana, yazana değil, her birimize...
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.