Temizlikte üst sınır olmadığı gibi, kirlilikte de alt sınır söz konusu değildir. Temizin daha temizi, kirlinin de daha kirlisi elbette vardır. Sonuçta ise kişiliğin arınmışlığı ya da kirlenmesi söz konusudur ki, esas mesele de budur.

Temizlik, bulunduğu yere daima güzellik verir. Kir, pas ya da pislik ise bulunduğu yeri çirkinleştirir, kemâli noksanlaştırır. Temizlik, güzelliklere bir davetiye iken, kirlilik, mikroplara ve hastalıklara bir çağrıdır. Temizliğin de kirliliğin de birçok veçhesi ve boyutu vardır. Zihnin kirlenmesi, duyguların kirlenmesi, ahlâk ve davranışların kirlenmesi, bedenin kirlenmesi, çevrenin kirlenmesi gibi daha birçok kirlenme çeşidinden bahsetmek mümkündür. Kirliliğin bir de görüneni ve görünmeyeni vardır. Temizlikte üst sınır olmadığı gibi, kirlilikte de alt sınır söz konusu değildir. Temizin daha temizi, kirlinin de daha kirlisi elbette vardır. Sonuçta ise kişiliğin arınmışlığı ya da kirlenmesi söz konusudur ki, esas mesele de budur. Yani arınmış, tertemiz bir kişiliğe ulaşmak. Bedeni temiz, zihni temiz, kalbi temiz, duyguları temiz ve nihâyet hayatı temiz bir şahsiyet hâline dönüşebilmek.

İşte Kur’ân-ı Kerim’de ve Hazret-i Peygamberin sünnetinde de temizliğin ve kirliliğin birçok çeşidinden ve boyutundan bahsedilir ve hedef olarak da “Tıyb”/“tertemiz” bir şekilde ilâhî huzura gelinmesi tavsiye edilir. Cennete tertemiz olanların girebileceği bildirilir. Hatta âyet ve hadislere bu gözle bakılacak olursa, insanların Hak katında temizlik derecelerine göre kabul gördüklerini söylemek bile mümkün olur.

Kur’ân-ı Kerim’de “içki, kumar, falcılık” gibi haramlar “pislik” olarak bildirildiği gibi, “Allah’a ortak koşma” anlamındaki “şirk” de ağır bir “necâset” olarak nitelenmiştir. Öyleyse kişiliklerimiz, bilerek ya da bilmeyerek zaman zaman kirlenebilmekte, mikrop kapabilmekte ve hastalanabilmektedir. Dava, temizlenebilmek, temiz kalabilmek ve Hakk’ın huzuruna yüz aklığıyla tertemiz varabilmektir. İşte bu nasıl sağlanacaktır?

Maddi bedenimiz ve çevremiz su vb. birtakım temizlik malzemeleri ile temizlenebilecektir. Ancak zihin dünyamız, kalp âlemimiz, ahlâk ve davranışlarımız kısaca kişiliğimiz nasıl arınacaktır. Burada da ilâhî terbiyenin irşâdına ihtiyacımız vardır.

İnanç ve zihin dünyamızdaki pislikler, ancak ilâhî mesajlarla bildirilen esasları doğru bir şekilde anlamak ve onlara tam olarak inanmak suretiyle temizlenebilecektir. Biz bunların belli başlılarını daha önceki yazılarımızda “şuur dinamikleri” olarak ele almıştık.

Kalp âlemimiz ise doğru bir inançla birlikte, “istiğfâr”, “evrâd ü ezkâr”, “tefekkür ve murakabe” gibi manevî gıdalarla ve nefisleri tezkiye edecek manevî tabiplerin irşad ve tasarrufları ile temizlenebilecektir.

Bilinen ve hissedilen pisliklerden arınmak nispeten kolay ise de bilinmeyen ve farkedilemeyen kirlerden arınmak o kadar kolay değildir. İşte bu ve benzeri kirliliklerden şahsiyetimizi arındıracak daha başka vasıtalara da işaret edilmiştir ki bunların başında infak/zekât ibadeti gelir. Hatta öyle ki, paylaşımcı ve verici bir kimliğe bürünmeden temizlenmek ve temiz kalmak neredeyse imkânsız gibidir. Şimdi şu âyete bu gözle bir bakalım:

“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve geliştireceğin bir sadaka (zekât) al …” (Tevbe Sûresi, 103)

Vererek arınmak ve gelişmek bir Kur’an terbiyesidir. Cömertlik damarlarının açılması, kişiliğimizde şerh-i sadr (gönül genişliği) ameliyesi gerçekleştirir. Bütün sıkıntıların ve huzursuzlukların temelinde, gönül darlığı ve geçimsizlik vardır. İşte bu hastalığın Kur’ânî reçetesi “infak ehli olmak”tır. Veren el olmak, cimrilik illetinden kurtulmaktır ki, Kur’ân-ı Kerim bu sonucu “tehlike hududunu geçip kurtulaşa erişmek” anlamında “felaha ermek” diye vasıflandırır.

Cömert insanlar, etraflarına pozitif enerji yaydıkları gibi, onlardan da pozitif enerji devşirirler. Hem kendileri ile hem de etrafları ile barışık bir hayatları olur. Bu anlamda yeni tabirle “duygusal zekâ”ları gelişmiş kimseler olurlar ki, bu da onlara başarı kapılarını ardına kadar açar.

Âyet-i kerime, infak ehlinin bir taraftan iç arınma yaşarken, diğer taraftan da gelişeceğini ifade ediyor. Elbette gönül âlemi darlıktan kurtulan kimseler, yeni yeni heyecanlarla farklı ufuklara doğru yol bulmaya çalışacaklardır. Hatta şu âyet-i kerime, infak ehli olmayan kimselerin hayırlı zirvelere, fazilet ve erdemlere doğru asla yükselemeyeceğini tüm âleme açıkça ilan etmektedir:

“Kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız; ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamiyle haberdardır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 92)

Vermek, kişilik kalitesini geliştirmede bu kadar önemli olduğu içindir ki, Kur’an’da çok sayıda âyet bu konuya ayrılmıştır. Bir vazifesi de nefisleri arıtıp geliştirmek olan Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve sellem- de nebevî terbiye usulünde verme terbiyesi üzerinde ısrarla durmuştur. Hatta bir hurması olanın yarısını paylaşmasını tavsiye ederek, hemen herkesin infaktan nasip almasını istemiştir.

Öyleyse, kişiliğimize Rabbânî terbiye verme yolunda infak terbiyesi, vazgeçilmez bir eğitim müfredatı olmak durumundadır. Veren insan, verdiği kimseden çok esasen kendine faydalı olmaktadır. Yani vermek, aynı zamanda kişiliğimize yaptığımız en önemli yatırımlardan biridir.

Rabbânî terbiye sadece teorik anlamda şuur oluşturan zihinsel bir faaliyet değil, o aynı zamanda pratik ve aksiyonla beraber şuur oluşturan ve kişiliği dönüştüren bir eğitim modelidir. İşte infak da böyle bir pratiktir ki, neticesi arınmışlık ve yüceliştir.


1. Bkz. Haşr Sûresi, 9.


Adem Ergül 'ın Yazısı.