Demokrasiyle Çarpışan Monarşi
Britanya ihtişamlı kaleleri, sevimli köyleri, yemyeşil kırları, modern şehirleriyle geleneksel, özgür, boyun eğmez bir ada. 1066’dan beri işgal edilemeyen, Avrupa birliğine üye olsa da vizesini kabul etmeyen bir ukala. Yolları tersten kullanan bir asi. Fransa ile tünel açarak birleşse de kendini beğenmiş bir asil. Shakespeare, Dickens ve nicelerini yetiştiren bir edebiyatçı.
Gelenekler, prensesi ölüme sürükler. Kraliçe altmış yıldır tacı taşımaktan yorulsa da tahtını yaşlı oğluna teslim edemez. Doğuştan ayrıcalık sahibi olmak, bir ailenin ilk oğlu olarak dünyaya gelmek, halk tarafından sevilmesen, yeterli olmasan, hatta bu görevden nefret de etsen iktidara mahkûm olmak. Ada haksız sömürgeleri, susturduğu İskoçları ve susturamadığı İrlandalılarıyla bir tacın altında toplansa da monarşi tavizler vermeye başlar. Dul kadın kraliçe adayı olduğunda prensesin mezarındaki güller solar.
Britanya ihtişamlı kaleleri, sevimli köyleri, yemyeşil kırları, modern şehirleriyle geleneksel, özgür, boyun eğmez bir ada. 1066’dan beri işgal edilemeyen, Avrupa birliğine üye olsa da vizesini kabul etmeyen bir ukala. Yolları tersten kullanan bir asi. Fransa ile tünel açarak birleşse de kendini beğenmiş bir asil. Shakespeare, Dickens ve nicelerini yetiştiren bir edebiyatçı.
Londra’yı her zaman sevmişimdir. Hyde Park’ta yürümek yerine St. James’ Park’ta sincaplarla sandviçimi paylaşır, sabahın ilk saatlerinde Portebollo’ya antika pazarına gider tezgâhların hazırlanışını seyrederim. Sararmış gelinliğin, işlemeli kahve fincanının, gümüş mektup açacağının dinlenecek hikâyeleri vardır. Otele döndüğümde daha kahvaltı sofraları toplanmamış, gün başlamamıştır. Güzel bir İngiliz çayı içtikten sonra Londra’nın olmazsa olmazı müzelerden birini gezmeye giderim. British Museum’un adına aldanmayın, içindeki en göz alıcı eserler, en çarpıcı kalıntılar sömürge devrinde getirilen başka milletlere ait parçalardır. Natural History Museum ve Science Museum ne kadar çocukça olursa olsun gezilmeye değer. Sanatseverlere tavsiyem Tate Modern olacaktır. Korku tüneli, Madam Tussaud ve çılgın aletleriyle Trone Park gezdiğim yerler arasında.
Avrupa’nın en büyük şehri Londra’ya birkaç gün yetmez. Thames nehri, Big Ben, Westminster Manastırı, Buckingham Sarayı, St. Paul Katedrali ve Londra Kalesi gezilmesi gereken yerlerdir. Kaleden köprüyü seyretmek ve nehir kıyısında yürüyerek şehri tanımak gerekir. Sadece alışveriş yaparak bile Londra’da günler geçirebilirsiniz, Harrods bir mağaza değil turistlerin muhakkak uğradığı, yemek yediği, fotoğraf çektirdiği ve tabi ki alışveriş yaptığı bir müzedir.
Golden Eye Londra’nın gözü: Havadan bir şehri süzmek ve meşhur binaları parmağının ucuyla yanındakine göstermek için yapılmış dönme dolap. Savunma Bakanlığı’nın üstündeki kartal Fransa’yı gözetlerken ihtiyar şehrin gururunu yaşadım ve en zirveye ulaştığımda başımı kaldırıp yalnızca bulutlara gülümsedim.
Yaz aylarında Oxford Sokağı İngilizlerden çok Arapları ağırlar. Lübnan lokantaları gece yarılarına kadar helal yiyecek servisi sunarken İngiltere’de din anlayışını tamamen değiştiren genç Müslümanlar açılıp saçılır. Kızlar daracık taytlarıyla nargile içerler. Tesettürle bağdaşmayan kıpkırmızı rujlar ve ojeler gecenin karanlığında parıldar.
2012 Temmuz’unda Londra olimpiyatlara hazırdı. Meşhur Londra telefon kulübeleri birbirinden farklı tasarımlarıyla sokaklarda sergileniyor. Çiçek bezenmiş yollar emniyet şeritleriyle ayrılıp sporcular için hazırlanıyordu. Şehir her zaman temizdi ama onu bu kadar bakımlı görmemiştim, Hyde park konserlerle coşmuş tüm gece müzikle kendini kaybeden gençler çamur içinde evlerine dönerken kim olduklarını unutmuş boş gözlerle ilerliyorlardı. Bir sonraki gün taksi otele ulaşamadı ve yürümek zorunda kaldık. Önümüzden o kadar kalabalık bir grup geçti ki karşıdan karşıya geçmek imkânsızdı. Kızımın elime sıkı sıkı yapıştığını hissettim. Rengârenk çoraplar, leopar desenli kirpikler, yüksek topuklar, piercigle delik deşik edilmiş yüzler, kırk dört numara ayaklara sahip kadınlar, on üç yaşlarında özgür seçimlerini yapmış çocuklar vardı yürüyenlerin arasında. Gök gürlemedi ama gümbürdedi kulaklarımda, yer sarsılmadı ama sallandı ayaklarım ve tokat inmeden kızardı yüzüm. Şehirler insanlarıyla vardı ve ben artık Londra’yı sevmiyordum. Yemyeşil doğaya, sonsuz kırlara, sakin göllere, yeşilin kokusunu duymaya sisler ülkesine doğru yola çıktım.
Hande Berra'ın Yazısı.