Sıradan bir fotoğrafın, kendisiyle uyumlu bir müzik eşliğinde hareket etmesi hâlinde bile tüm algıların yeniden inşa edildiğine inanan ben; sinemaya kayıtsız kalamam, yerimde duramam…

İçimdeki yönetmen ölüyor…

Bundan iki sene önce, Inception (Başlangıç) isminde bir film izlemiştim. O ne muazzam bir senaryoydu öyle. Sahneler.. Oyunculuk.. Müthiş bir filmdi gerçekten de. Çok etkilenmiş, uzun süre “böyle bir şeyi yapanlar var” şeklinde duygu ve düşüncelerle gezmiştim..

Geçenlerde de Hobbit isimli çok konuşulan filme gittim. Üç boyutlu izledim. Sahnedekiler sanki yanımdaymış gibi hissettim. Hatta abartmıyorum, bir ara, uçurumdan düşen parçalar kafama çarpacak sandım. Sonra da güldüm kendime..

Sadece bu iki filmi bile düşünsem, üzülüyorum ister istemez.. Çünkü bu iki film çıtayı öyle yükseklere koymuş ki, bu alanda hayalleri olan bizim gibilerin onlara yetişmesi neredeyse imkansız gibi olmuş.. Hadde hesaba gelmez masraflarla “müthiş” işler ortaya koymuşlar gerçekten. Bu işlerden az çok anlayan biri, haklarını teslim etmek zorunda, bu açık ve net…

Yıllardır çevremdekilere söylediğim bir şey var: “Zekice kurgulanmış, azıcık emek verilmiş, kaliteli oyunculukların süslediği kısa filmlerle çok şey yapabiliriz, çok şey anlatabiliriz, çok şey söyleyebiliriz. Onlarca konferanstan, yüzlerce buluşmadan, saatlerce konuşmadan çok daha etkili olur bu, buna inanın. Gösterdiğin, süslediğin etkiliyor, mâkes buluyor, böyle bir dönemde yaşıyoruz. Sinema büyülü bir sanat. Müthiş bir güç, neredeyse sonsuz bir imkan. Es geçmeyelim ne olur.. Ne olur kafa yoralım, bütçe ayıralım, önemseyelim, bu alanda bir şeyler üretelim…”

Aslında bu konuda o kadar çok şey söyledim ki, yukarıdaki cümlelerle özetlemek, sanki yıllardır içten içe derdini çektiğim şeylere ihanet etmişim hissi uyandırdı bende.. Çünkü gerçekten sinema, kısa film ya da sadece video üzerine o kadar çok şey konuştuk ki bu zamana kadar.. O kadar çok şey hayal ettik ki.. Hareketli bir görüntünün cazibesi üzerine öyle büyük laflar ettik ki…

Uzun zamandır bu dediklerimi önemseyen ve bu anlamda bir dert taşıyan kimseler var mı diye baktım etrafıma. Nasibim pek olmadı. Bir avuç insan, hepsi bu kadar. Lakin hiçbir zaman ümidimi yitirmedim. Çünkü biliyorum ki çok yakında bir yerlerde aynı büyüye kapılan başkaları da var. Zamanı ve zemini geldiğinde onlarla buluşacağız, konuşacağız, üreteceğiz… Ortaya birbirinden güzel işler koyacağız… Buna inanıyorum…

Bir de meselenin şu yanı var: Sinema, kısa film ve video üzerine bir şeyler söylediğimiz zaman, sanılıyor ki dini bir kaygıyla ya da muhafazakar bir refleksle konuşuyoruz, hayal kuruyoruz. Halbuki mesele bu değil, hiç de bu şekilde olmadı. Mesele gözlerimizin önündeki bu müthiş imkandan etkilenme meselesi… Mesele “anlatacak o kadar çok hikayem var ki” şeklinde özetleyebileceğimiz bir mesele.. Evet o kadar çok ve güzel hikayelerim var ki, bunları ancak o büyülü sanat içinde anlatırsam rahat edebileceğim.. Bu büyülü sanata inanıyorum… Bu büyülü sanatın geçmişi, şimdiyi ve geleceği yeniden inşa ettiğine ve insanları bir başka alemde yaşattığına dair inancım var. Sıradan bir fotoğrafın, kendisiyle uyumlu bir müzik eşliğinde hareket etmesi hâlinde bile tüm algıların yeniden inşa edildiğine inanan ben; sinemaya kayıtsız kalamam, yerimde duramam…

Bu anlamda çok şey diliyorum Rabbim’den.. Bize göre çok şey, O’nun hazinesi yanında hiç.. Teknik seviyesi en üst düzeyde dostlar, müthiş oyuncular, harika müzikler, çarpıcı senaryolar, büyük bütçeler, deli dolu bir ekip… Devam edeyim mi Rabbim?.. :) Ya nasip…


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.