En Büyük Dâvâ Kul Olma Dâvâsıdır...
Hakan Albayrak… 1968 yılında Federal Almanya’da doğdu. Orta öğretimini Türkiye’de tamamladı. Farklı periyotlarla Milli Gazete, Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde yazar olarak görev yapan Albayrak; 1983 yılında Halka Işık dergisini, 1989’da da Nihat Genç’le birlikte Çete dergisini çıkardı. İhlas Haber Ajansı bünyesinde Gazze ve Kudüs’te bulundu. 1994 yılında insani yardım amaçlı gittiği Bosna-Hersek’te İHH Saraybosna temsilcisi oldu. Yazılarında kimi zaman Werner Hugo mahlasını kullanan Albayrak, daha sonra da editörlüğünü üstlendiği Gerçek Hayat dergisini kurdu. Şimdilerde, haftalık olarak çıkan Sancaktar dergisinin genel yayın yönetmeni olarak çalışıyor. Birçok dergide yazdı. Kısaca ‘dergi insanı’… Aktivist, Mavi Marmara gazisi… Çok Yoğun; hep yoğun… Çok sayıda kitabı yayınlandı. En son “Bu Devrimler Bizim” adlı kitabı çıktı.
Hakan Albayrak ismini çok çeşitli yerlerden tanımaktayız. Özellikle sınır tanımayışınız, İslam Birliği algınız gençlerin dikkatini çekiyor. “Nerde bir mazlum var; orada ben de olmalıyım.” diyorsunuz. Bu görüşlerinizi inşa eden temel etkenler neler, biraz bahseder misiniz?
Estağfurullah. Gayret bizden Tevfik Allah’tan diyoruz, geçip gidiyoruz.
18 Aralık 2010’da Tunus’la başlayıp Suriye ile devam etmekte olan 21. yüzyılın en büyük hareketlerinden biri haline gelen Arap Baharı’nı genel olarak nasıl okumalıyız?
Başından sonuna kadar müspet okumalıyız. İslami uyanış olarak, hürriyet haykırışı olarak, iyinin kötüye meydan okuması olarak görmeliyiz. Kendi kendilerini ululayıp duran sahte ilahların aşağılık saltanatlarını yerin dibine batırarak insanlık haysiyet ve şerefini ayağa kaldıran sokakları coşkuyla selamlamalıyız. Said Nursi 100 sene evvel “Sağlam, keskin ve bilenmiş hüccetten kılıcı sağ eline ve Hürriyeti de, parlak renkli Arap atının dizgini gibi sol eline alacak olan İslâm, bağ ve bahçelerimizin kökünü kurutan istibdadın başını parçalayacaktır.” demişti. İşte istibdadın başının parçalandığı günleri idrak ediyoruz. Bu devrimleri görmek, bu devrimcilerle çağdaş olmak da ayrı bir şanstır. Tarihin önemli bir dönemecine şahitlik ediyoruz Allah’a hamdolsun. Özü budur… Sancaktar’ın üçüncü sayısında “Arap devrimlerine tam olarak nasıl bakmalıyız” konusunu uzunca işledik. Orada bu soruya ilişkin detaylı cevaplar bulunabilir.
Türkiye halkı, medya dışında Suriye meselesini niçin tam olarak gündemine almıyor?
Keşke medya yeteri kadar gündemine alsa. İtiraf edelim, propaganda savaşı denilen şeyde çok da etkili olamadı basınımız. Suriye’den haberlerin eksikliğinin yanında, bu haberlere ilişkin yorumlar da çok yetersiz ve etkisizdi. Son dönemde bu vurdumduymazlık biraz değişmeye başladı. Zaten bizi dergi çıkartmaya motive eden konulardan birisi de bu eksikliktir. Sivil toplum kuruluşlarının önemli bir kısmı bu konuda zayıf kalmıştır. Siyasi partiler bu konuda zayıf kalmıştır. Medyadaki değişim gibi sivil toplum ayağında da müspet değişimleri görüyoruz. Daha iyi olur inşaallah. Halka gelince, halkın vicdanı ve ahlakı genelde doğrunun, iyinin ve mazlumun yanındadır. Doğru bilgiler doğru üslupla takdim edilince halk tavrını koyar. Zaten Suriye halkına yardım kampanyalarındaki bereket ve başarı da halkın duyarlılığının göstergesidir.
Türkiye’nin dış politikası hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? “Tam entegrasyon”, “komşularla sıfır sorun” politikasının neresindeyiz?
Komşularla sıfır sorun, azami işbirliği ve tam entegrasyon politikasının tam da ortasındayız. Yalnızca sınır komşuları açısından değil, bölgemizde komşu diyebileceğimiz bütün ülkeler açısından bakıldığında da bu böyle. Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerindeki yönetimlerle hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler tesis edildi. İran ekseni ile bir parantez açıldı, bu parantez kapandığında kaldığımız yerden devam edeceğiz inşallah. Zaten “Sıfır sorun, azami işbirliği ve tam entegrasyon” amacı için hakiki araç gelip geçici hükümetler değil, söz konusu komşulardaki halklardır. Kalıcı ve sağlam bir entegrasyon için halkların bu entegrasyondan, işbirliğinden yana olması gerekir. Son dönemde sürdürülen dış politika anlayışı ile bu konuda muvaffak olunmuştur. Ufak tefek kusurlar kadı kızında da bulunur.
Son olarak GENÇ kardeşlerinize sözünüz nedir? Ne tavsiye edersiniz?
Bir davaya sahip olmak, ideoloji sahibi olmak elbette çok önemli ve güzel. En büyük dava ise ebedi bir hayatı kazanıp kaybetme davası önümüzdedir. Yani iyi insan olma davasıdır. Yani iyi bir kul olmaya gayret davasıdır. Yani ahlaklı olma davasıdır. Allah-u Teala’nın bizden istekleri hususunda vurdumduymaz olmamak lazım. Eminim derginizin takipçileri bu konuda dikkatlidir.
GENÇ'ın Yazısı.