Dünya İle Olan Derdimi Fotoğrafla Çözüyorum
Boston Güzel Sanatlar Müzesi tarafından fotoğrafları satın alınan ikinci Türk fotoğraf sanatçısı 25 yaşındaki Nevzat Yıldırım GENÇ’e konuştu: İnsanların dünyaya ait problemleri var. Fotoğraf benim dünyaya bakış ufkumu genişletti.
Bir röportajınızda “Sanatçı bir derdi olan insandır” diyorsunuz. Fotoğraf bağlamında soracak olursak sizin dert edindiğiniz şey nedir?
Geçmişte estetik açıdan etkisi yüksek, izleyenlere keyif veren ve fazlaca zarafet kaygısı taşıyan fotoğraflar üretiyordum. Hâlâ zaman zaman böyle fotoğrafları bir takım projeler için çekiyorum. Örneğin başarıyla çekilmiş bir gün batımı manzara fotoğrafı Rönesans’ta yapılan natürmortlarla veya sanat tarihinde önemli ressamların yapmış olduğu bazı resimlerle ilişkilendirildiğinde belli noktalardan bakılarak aynı bağlamda değerlendirilebilir. Sanat buna imkân veriyor, fakat günümüze geldiğimizde artık çağdaş bir söyleminiz olmalı. Bu benim de önemsediğim bir konu, çekilen fotoğrafın bir meselesi, retoriği olması konusunu oldukça önemli buluyorum. Bir fotoğrafa bakıldığında, fotoğrafın bir veya birkaç mesaj- meseleyi iletmesi- çözmesi gerekir. İnsanların dünyaya ait problemleri var. Bu problemlere, sanat vasıtasıyla da çözümler üretilmelidir.
Fotoğrafı sanat olarak, sizi de fotoğraf sanatçısı olarak ele almazsak eğer, en basit anlamıyla neden fotoğraf çekiyorsunuz?
Bazen duygularınızı tanımlayamazsınız ama vardır o duygu. Aslında ben bunu fotoğrafla dile getiriyorum. Bazen söze bile dökemiyorum. Bence çekilen fotoğrafların çeken kişinin kendine ait olan dili ve söylemidir. Fotoğrafı görenler, izleyenler ortaya çıkan kareden kendilerine ait cevaplar bulmalılar. Eğer ben bir cevap vermiş olursam bu çok hazırcılık olacaktır.
Şu anda ülkemizdeki sanat eğitiminin en saygın okulu olan MSGSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünün Fotoğraf Programında yüksek lisans eğitimi alıyorsunuz. Eğitiminiz size fotoğraf anlamında ne kattı?
Dünyaya bakışımda ufkumu genişletti diyebilirim. Her okulun farklı bağlamda eğitimi vardır. Bir okul teknik eğitimi mükemmel olarak verirken bir diğeri kuramsal ve sanatsal olarak eğitim veriyor. Ben lisans ve yüksek lisans olarak iki farklı okulda eğitim aldığım için sanatta sadece estetik ve teknik olarak değil, son dönemde bir meselesi, manifestosu olan çalışmalar benim için daha önemli olmaya başladı.
Fotoğraf sanatı dünü ve bugünü ile dünya üzerinden bir sanat okuması yapmanızı da sağlıyor olmalı.
Kesinlikle... Çağdaş fotoğraf diye bir gerçek var dünyada ve çok farklı şeyler yapıyor insanlar. Bizim ülkemizde fotoğraf anlamında benzer etkiler üzerinden tekrarlar gerçekleşiyor. Birbirini tekrarlayan çalışmalar ortaya çıkıyor. Elbette ki çok üstün, kaliteli şeyler onların arasından sıyrılabiliyor, bu da bir gerçek. İlk zamanlar ben de hocalarımı, kendime göre önemli gördüğüm sanatçıları taklit ederek, onların yaptığı işleri tekrarlayarak bir şeyler elde ettim. Sonuç olarak usta çırak ilişkisine dayalı olan taklit ile diğer türlü bir sanat eserinin birebir taklidinin ayrımını iyi yapmak gerek diye düşünüyorum.
Fotoğraf ve üç nokta desek yanına onunla bağdaştırabileceğiniz neyi koyarsınız?
“Yaşanmışlıklar” derim. Ürettiğiniz işte çıkış noktanız olan düşünceler var olmalıdır. Bazı kavramların ruhundan uzak olduğunuzda o fotoğrafı veya söz konusu olan sanat eserini veremezsiniz. Mesela; sinemada yönetmen, cezaevi sahnesi çekecektir, özel izinlerini alıp aylarca bir cezaevinde kalıp oradaki yaşamları çözümler, ortamın havasını solur... Bir filmin müziklerini yapan bir müzisyen o filmin geçtiği mekânlarda zaman geçirir, o mekânın bütün bir duygusuna ulaşmak için orada bulunur. Ondan sonra o filme gidecek en uygun müziği yapar. Benzer şekilde de bir mimar da yaptığı yapının içinde hayalen olsun gezmesi, yaşaması gerek ki coşabilsin. Fotoğraf da bu anlamda yaşanmışlıklardan beslenir, çektiğiniz karelerinizin içinde yaşamalısınız. Belki de sanat hayalen de olsa yaşanmışlıkların maddeye intikal ettirilmesidir.
Sizin fotoğraf anlayışınız neye dayalı, gerçekçilikten yana mısınız?
Fotoğraf, gerçeklik ile büyük ilişki içindedir. Belki de sanat, insanın geçmiş yaşantısının ancak sanat yapıtı vasıtasıyla anlam kazanmış olmasıdır.
Fotoğrafçı rastgele her şeyi çekmeyendir. Oysa şu anda fotoğraf çekerek herkes ânı dondurmanın peşinde.
Son zamanlarda insanların fotoğraf çekmeye hatta fotoğrafçılığa olan ilgileri artmış durumda. Bunu nasıl yorumluyorsunuz. Sizce ne oldu da insanlar bu kadar ilgi duyar oldular fotoğrafa?
Eskiden fotoğrafın bir anlamda ele ayağa düştüğünü düşünüyordum. Herkes fotoğraf çekmeye çalışıyor, fotoğraf hakkında konuşmaya çabalıyor diye. Fotoğraf çok kolay yapılabilen, herkesçe kolay üretilebilen bir şeymiş gibi algılanıyor. Ama belli bir noktadan sonra şunu anladım; bir toplum sanatsal anlamda ayırt edicilikte yeterli seviyeye ulaşmadığında, genel anlamda iyi sanat ya da kötü sanat gibi bir ayrımı yapamayacağı için herkesin fotoğrafçılığa merak sarması fotoğraf sanatı için dezavantaj olabilir diye düşünüyorum, Şu da bir gerçektir ki nitelikli işler diğerlerinden çok kolaylıkla sıyrılabiliyor. Bir diğer açıdan bakacak olursam da iyi niyetli olanları ayırıyorum, bazı insanlar fotoğraf çekmekle birlikte görmeyi de öğrenmiş oluyor. Belki hakikaten göremiyor ama en azından bunun çabasını vererek kendine göre bir görme biçimi geliştiriyor.
Fotoğraf ve yaşanmışlıklar dedik az evvel, fotoğraf bu anlamda insan hayatının içine çokça sirayet ettiği için belki de insanlar onunla bu kadar ilgilidir…
Milyonlarca fotoğraf çekiliyor kaç tanesi diğerlerinin arasından sıyrılıp, zihinlerde kalıyor… Şimdi mesela beraber bir galeride, müzede bir fotoğrafa baksak-okusak oradan çıkarken bakalım kaç tanesi aklımızda kalacak, zihnimize kazınacak! Bence iyi fotoğrafın cevabı bunda gizli. Mesela benim belleğimde yüzlerce fotoğraf vardır baktığım zaman sanatçısını da tanıyabileceğim. Bunlar her biri belli bir seviyenin üstündedir ve zihnime kazınmıştır. İyi fotoğraf da böyle bir şey işte. İnsanların fotoğraf çekmesi onların görüyor olmasını sağlarken, fotoğraf çekme denemeleriyle fotoğrafın hakikaten zor bir şey olduğunun farkına varabilirler.
Fotoğrafı çoğu zaman bir klişe olarak “ânı dondurmak” olarak ifade ediyoruz, sizce insanoğlu zaman gelir de ânı anıtsallaştırma hevesinden vazgeçer mi?
Bence ânı falan dondurmuyoruz. Herkes birbirini kandırıyor. Fotoğrafçı rastgele her şeyi çekmeyendir. Oysa şu anda fotoğraf çekerek herkes ânı dondurmanın peşinde. Yemek yerken, çay içerken… Her şeyin dondurulmasına yönelik bir iştah var. Bunun altında insanların kendilerine ait olan sevgileri var galiba ve bunu sürekli göze sokmaya çalışıyorlar. Fotoğraf bu noktada kullanılan, sömürülen de oluyor sanırım. Sözüm onlara, hiçbir işte başarılı olamamış, meslek dahi edinememiş, iyi işlere de mazhar olamamış insanlar birden bire “fotoğrafçı” olmaya karar veriyorlar. Bir anda fotoğrafçılar türüyor her yanda. Herkes fotoğrafçılığı yapabileceğini zannediyor. Bence nihayetinde “-mış” gibi yapıyorlar…
Edebiyatçılara sorulduğunda genelde yazmaya şiir ile başladıklarını söylerler, sinemacılara sorulduğunda da cevapları genelde fotoğraf olur. Bu bağlamda sinema fotoğraf ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?
Sanatın her alanı birbiriyle ilişkilidir. Sanat disiplinleri arasında bir bağ kurmamızı sağlayan estetiktir. Şiirin bir estetiği vardır, romanın da, benzer şekilde fotoğrafın da, resmin de. Ben fotoğrafı bir geçiş yolu olarak düşünmedim hiç. Tüm disiplinlerden beslendiğimi düşünüyorum. Her biri kendine ait bir söylemdir.
İbrahim Özkahyaoğlu'ın Yazısı.