Ömer Öztürk

Evlenme, kadim medeniyetimizde tamamı ile aile büyüklerinin tasarrufunda bir keyfiyetti. Ondan hareketle, eskiden evlenmenin adı “teehhül” idi ki, ehil olmak, yakınlaşmak, hısım-akraba olmak gibi manaları ihtiva eder. Daraltılarak bir darboğaz şekline bürünen Türkçemiz bula bula şu güdük evlenme kelimesiyle acaba neyi ifadeye çalışmakta? Ev sahibi olmak desek, her evlenenin kiraya çıktığı günümüzün aman vermez hayat şartlarında absürt bir laf etmiş olmayacak mıyız?

Şüphesiz, hayatın tabiî tekâmülü her şeyi, her olguyu tepetaklak ediyor. Düne değin, hemen hemen bütün lokantalarda bir aile salonu bulunurdu. Bekârlarla ailelerin yerleri sanki bir sınıf farkını gözetircesine ayrılıyordu. Düne değin, bekâra ev verilmezdi. Bugün bu tuhaf hâl de, istisnalar bir kenara bırakılırsa, tarih oldu. Bekâra belki ev verilmez ama bekâr zenginse, kesenin de ağzını açıyorsa, hele hele evi de satın alacaksa, seve seve ev de verilir, üste çikolata da ikram edilir.

Çok eskiden bekârlık gözde bir meslek(!) değilmiş. Bekârlara azap yapılırmış ki azap da zaten bekâr demek. Bugünse bekârların sayısı alabildiğine arttı. Kimsenin kimseye bir dakika tahammülünün kalmadığı şu çağda, bir ömür birliktelik bazılarına hayal gibi görünüyor.

Eğer gençler, maddi ve manevi geçimleri yolunda olmak şartıyla, birtakım müştereklerde de birleşiyorlarsa, evlilik imtihanını başarıyla verebileceklerine gözleri de kesiyorsa, neden olmasın?

Çocukken bir tekerleme tutturmuştuk. İki üç afacan bir araya toplandık mı, başlardık şamata kazanını kaynatmaya. “Elden gel” diye bol kepçeden ikram ederdi birisi; “Evlen de gel.” diye ağzı sulanarak atılırdı öbürü.

Mâzimizin o engin dehlizlerine bir dalıversek; kısmet, evlilik vs. hususlarda ne çok anneanneye, batıl inanca v.s.ye tesadüf ediyoruz. Kısmet arayışı uğruna, olmadık ağaca, bitkiye çul çaput bağlayandan tutun, sırf bu işler için bir evliya bile tahsis etmişiz. Etmiş ve Telli Baba diye şöhret olmuş şahsın mezarına akın akın taşınmışız. Rivayet o ki, kavuşamayan iki âşık varmış bir vakitler. Hatun kişi ölmüş, er kişi ise Sarıyer’e yerleşmiş. Gözlerden ırak yaşar olmuş. Takkesinde sevgilisinden hatıra bir tutam gelin telini taşır dururmuş.

Bütün aşklar gelir geçer. Kişilere bağlanıp kalmak, ayrılıklarla helâk olmak pek akıl kârı olmasa gerektir. İşin sonunda İlahî aşk galip gelsin yeter ki.


GENÇ'ın Yazısı.