Hepimize merhamet lazım; lale sopalayana da, yumurta atana da… Öğrencileri akademik haysiyetlerine yakışmayacak tarzda kışkırtan  akademisyenlere ve idarecilere de… Kışkırtmalara dayanamayıp haddini aşan siyasilere ve polislere de… Vurmak, kırmak, sövmek,  nefret etmek ve kin duymakla başlayan her iş sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Çünkü bizi başlatan öyle başlatmadı. Biz sevgi ile var  olduk. Vesilemiz, tezahürü merhamet olan bir sevgiydi. Vuslatımız da öyle olacak…

n beş sene kadar önceydi herhalde. Şehirlerarası bir yolculuk yapıyorum. Yanımda orta yaşlarına yaklaşmış birisi var. Tanışıyor,  öteden beriden konuşmaya başlıyoruz. Bir müddet sonra sohbet ister istemez memleket siyasetine kayıyor. Memleketin nasıl  kurtarılacağına(!) dair teklif ve önerilerimiz de peşinden geliyor tabii… Tabii olmayan muhatabımın bütün dertlerimize yönelik şu nihai çözüm teklifi oluyor:

“Bu memlekette birkaç milyon insanı sallandırmadan işler düzelmez. Lenin gibi bir adam lazım bu ülkeye…”

Gözlerimin dehşetle açıldığını hatırlıyorum:

“Lenin gibi bir adam mı lazım?”

Kavruk yüzü, nasırlı elleri ve yorgun gözlerinden tipik bir Anadolu evladı olduğu okunan bu kişinin “Büyük adammış Lenin, çok büyük adammış” şeklinde yaptığı vurgular şaşkınlığımı daha da artırıyor. Söyleyecek söz bulamıyor ve susuyorum. O güne kadar cani  olarak tanıdığım bir insana beklenen Mesih muamelesi yapılmasını öyle kolayca hazmedemem. Naif kavram dünyamda böyle bir  çözümün henüz karşılığı yok çünkü.

Muhatabım, susuşumu uykumun gelmesine yormalı ki iyi geceler dileyip köşesine kıvrılıyor. Ben ise düşünmeye başlıyorum. Şiddet  ve nefretin yaratılmışlarla ilgili herhangi bir meselede nasıl çözüm olabileceği sorusu takılıyor kafama. Milyonları asabilmekten  bahsedenlerin hangi mutluluğun peşinde koştuklarını anlamaya çalışıyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum.

Müteakip günlerde gözüme bir görüntü ilişiyor. Beni bugüne kadar terk etmeyecek bir görüntüdür bu: Üniversite öğrencisi bir kız,  Kadıköy’de 1 Mayıs gösterileri sırasında meydanın ortasındaki laleleri sopalıyor. Hınçlı olduğu indirdiği darbelerden ne kadar da  belli... Bu kızcağız niye bu kadar öfkeli, neden bu kadar nefret dolu? Elindeki sopa ile çiçekleri darmadağın ederken niye böyle  davranıyor, bununla nereye varmak istiyor, bir türlü anlayamıyorum. O çiçeklerin suçu ne acaba? O güzelim lalelerin paramparça olmalarının nedeni “düzenin laleleri”olmak mıdır? Çiçeklerden nefret etmeye kadar varan öfke ve kin nasıl bir şeydir acaba? Dünyaya böyle bir düşmanlık ve kinpenceresinden bakanlar, neyi amaçlar, nereye varmak ister, nasıl bir dünyada yaşamayı isterler, bilen varsa söylesin.

Son günlerde yumurtaların havada uçuştuğu öğrenci protestolarını anlama çabası beni bu sorularla yine yüz yüze getirdi. Ama artık  bir cevabım var. Kavram dünyamdaki naiflik yok artık. Lenin’i rol model olarak görenlere de, lale canavarlarına da, yumurta  kahramanlarına da artık şaşırarak bakmıyorum. Nasıl bakıyorum peki? Merhametle…

Evet, merhamet bütün sorularımı çözdü. “Orantısız güç” kullanan polise karşı masum öğrencilerin direnişlerini “merhametle”  izledim. Öğrencilerin başvurdukları yöntemlerin, gördükleri şiddetin yanında ne kadar “masum” ve “insani” kaldığına dair yorumları  da “merhametle” okudum, çünkü gördüm ki bu işin tek çaresi merhamettir, bu insanları bu kadar nefret, kin ve düşmanlıkla dolduran merhametten yoksun olmalarından başka bir şey değildir. İnsanı harekete geçiren, ayağa kaldıran ya da uykudan uyandıran her  düşünce sistemi, ideoloji ya da “izm”in insanlıkla ilişkisi merhametten nasibi kadardır. Bu anlamda şiddet, yıkım, devrim ve nefretle  yola çıkan her hareket, hangi iddialara sahip olursa olsun, özünde insanlığa düşmandır.

Kâinatın mayası sevgidir. Sevginin tezahürü ise merhamettir. Bize acımak olarak çevrilen duygu değil kastım. Acımak aslında  “benden nefret et ama bana acıma” arabesk çığlığındaki kadar itici bir duygu olabilir. Ama merhamet öyle değildir. Merhamet,  kökeninde sevgi olan ve alıp sağaltmaya, tutup adam etmeye, kurtarmaya, erdirmeye ve iki dünyada mutluluğu buldurmaya  yarayacak yegâne duygudur. Bu duygu ile dünya yeniden imar edilebilir demiyorum, dünya ancak bu duygu ile kurtulabilir. 200  milyona yakın insanın kanına giren bu cinnet çağında merhametten başka ne ihtiyacımız daha hayati olabilir ki?

Küreyi bir yok oluşun kenarına getiren kokuşmuş düzene ancak merhamet çekidüzen verebilir. Bizi bize düşmanlıktan kurtarabilecek  sadece bu duygudur. Bizler merhametin bir duruş, tavır ve hayat tarzı olarak tecessüm etmesine muhtacız. En alt kademesinden en  üstüne kadar hepimize lazım olan yekdiğerimizi anlamak ve dolayısıyla sevgi bağlamında bir münasebet kurmak becerisi ancak  aktif bir merhamet siyaseti ile kazanılabilir

Eğitim sistemimizi merhamet siyasetiyle şekillendirmeli; dış politikamızı merhametle biçimlendirmeli; teknoloji, sağlık, kültür, spor, mimari, güzel sanatlar, estetik, artık aklınıza gelen hayatın her ne alanı  varsa hepsini merhametle yeniden formatlamalıyız. Bunun için merhametin bir hayat tarzı, alternatif bir bakış açısı ya da siyaset  biçimi olarak takdimi gerekiyor.

Merhamet siyaseti, dünyaya ve insanlara dair bakış açımızı öte dünyayı da içine alacak şekilde yeniden kurgulamakla ortaya çıkacak. Acımak ve şefkatten daha öte bir şeyden bahsediyorum. Ve tabii ki adım atmaktan, harekete geçmekten, pasif kalmamaktan… Aktif merhamet siyaseti, merhametin bir hayat tarzı, usul ve üslup olarak ortaya çıkmasıdır. Öte dünya ile bağlantısı olan bu siyaset, uzun vadeli kurtuluşu kısa dönemli acılara ya da sıkıntılara feda etmez. Yaratılana Yaratan gibi bakabilme becerisini kazanmayı gerektirir. Sadece bu dünya ile sınırlı değildir, iki dünyayı da görür. Defolarımızı onarıcı uzun vadeli bir perspektife sahiptir.

Merhamet siyaseti, varoluş gayemizle bütünleşmemizi sağlayacak yegâne yoldur. Bu duygudan nasipsizlik aslında farklı şartlara maruz kaldığı için farklı yerlere savrulmuş insanları düşman görür; onların ortadan kaldırılmasını çözüm olarak önerir, hâlbuki  benden sadır olan ancak benim kadar eksik, benim kadar yetersizdir. Merhamet siyaseti, hayata bakışımızı insanlık ufkunun en  yücesine taşır, çünkü bizi yaratanın bize bakışını örnek alır. O bakış kimseyi fazla, düşman ya da “diğeri” olarak görmez; herkesi  olması gerektiği için olduran o bakış bize biricik olduğumuzu hissettiren, bizi yekdiğerimizin şiddeti, enaniyeti ve umursamazlığından  koruyacak tek şefkat nazarıdır.

Fransızlar “Her şeyi anlayabilmek her şeyi affedebilmektir” derler. Çiçekleri sopalayacak, milyonlarca insanı darağacına götürecek ya  da Lenin gibi bir caniyi örnek gösterecek öfkeyi, nefreti ve kini anlamamız gerekmiyor, çünkü merhametten yoksun hiçbir tavır,  duruş ve ideoloji bize aşina gelmiyor. Biz merhametle var olduk, ne yapacaksak merhametle var edeceğiz. Merhametsiz her tavır  zulmün safında yer almak demektir. Zulüm ise yerinde olması gerekeni yerine koymamaktır; haddi aşmayı ve insanlığın sınırlarına  tecavüz etmeyi doğurur. Bu tavra gösterilecek merhamet siyaseti, zalimin zulmüne engel olmaktan geçer. Zalime engel olmak ona  yapılacak en büyük yardımdır. Merhamet siyaseti, son tahlilde muhatabın en büyük pişmanlığa duçar olmasını engelleme tavrını  göstermektir.    

Hepimize merhamet lazım; lale sopalayana da, yumurta atana da… Öğrencileri akademik haysiyetlerine yakışmayacak tarzda  kışkırtan akademisyenlere ve idarecilere de… Kışkırtmalara dayanamayıp haddini aşan siyasilere ve polislere de…

Vurmak, kırmak,  sövmek, nefret etmek ve kin duymakla başlayan her iş sonuçsuz kalmaya mahkûmdur. Çünkü bizi başlatan öyle  başlatmadı. Biz sevgi ile var olduk. Vesilemiz, tezahürü merhamet olan bir sevgiydi. Vuslatımız da öyle olacak…


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.