Mücahit Emre Sever

Bugün Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri`nin ebediyet alemine intikalinin seneyi devriyesi. Mahmud Sâmi Efendi 1892 yılında Adana’nın Tepedağ mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Mücteba Efendi, annesi Ümmü Gülsüm Hanımefendidir. Büyük dedesi Ramazanoğulları beyliğinin son beylerinden olan Abdülhâdi Efendidir ki bu boyun şecereleri Nureddin Zengi vasıtasıyla Hz. Halid b. Velid’e dayanır. Doğumundan evvel ve sonra birçok güzel olaylar beliren Mahmud Sâmi Efendi, kendi ifadeleriyle doğumunu şöyle anlatır;

“Benim doğumum (1308) târihindedir: Adana’da Vakıf Sarayındadır. Doğumumdan evvel kapıya bir zât gelerek: “Bu evde, yakında bir doğum olacaktır, oğlan olacaktır, adını: Sâmî koyunuz; hayırlı bir insan olacaktır.” diyor, gidiyor. Bir müddet sonra doğum oluyor, oğlan oluyor. Adı: “Mahmud Sâmî” konuyor. Sonra o zât tekrar geliyor. Oğlan, doğduğunu söylüyorlar. Adının da “Muhammed Mahmûd Sâmî” konulduğunu öğrenince: “Sandıktaki emanetimi veriniz!” diyor. Ona benzer bir emaneti veriyorlar: “Bu değil; esas sandıktaki bana âid emaneti veriniz!” diyor. Veriyorlar. Memnun oluyor. Dua edip gidiyor.”

Çocukluğundan itibaren çok büyük bir şuur ve anlayış içerisinde büyüyen Mahmud Sâmi Efendinin ilk, orta ve lise tahsili Adana’da geçer. Ardından üniversite için İstanbul’a gelen Mahmud Sâmi Efendi, Hukuk Fakültesini birincilikle bitirir, bu arada Gümüşhaneli dergâhına devam eder. Bu sırada hocasının onu Esad Erbilî Hoca Efendiye götürmesi üzerine Esad Erbilî, Mahmud Sami Efendiye bakıp “O bizim evladımız buyurur.”

Mahmud Sami Efendi artık Esad Erbilî Hoca Efendinin dergâhına devam eder. Burada manevî mertebeleri hızla aşan Mahmud Sâmi Efendi, 33 yaşında irşâd göreviyle görevlendirilirler. Elli iki yaşına kadar Adana’da ikamet eden Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri burada Adana Yağ Camiinde görev yapmıştır.

Mahmud Sâmi Efendinin, içerisinde bulunduğu zamanlar İstanbul Müftüsünün Süleymaniye Camiine imam olarak gece bekçisini tayin etmek zorunda kaldığı zamanlardı. O böyle bir zamanda üniversite mezunu olarak Yağ Camiinde görevini sürdürmüştü. Şehir otobüsüne bindiği zamanlarda karşılaştığı üniversiteli arkadaşları çeşitli hakaretler ederek, terbiyesizlik yapar, “Bu sakal ne? Niye kravatın yok? Niye gericilik propagandası yapıyorsun?’’ derlerdi. O bu durumu sabırla karşılardı.

1951 yılında İstanbul’a gelen Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri iki yıl sonra hac mevsiminde hacca gitmişler, ardından da Şam’a hicret etmişlerdir. Ardından tekrar İstanbul’a dönen Mahmud Sâmi Efendi, 1979’da gönlündeki Peygamber sevgisi kendisini Medine’ye hicret etmeye mecbur etmiştir. Medine’ye hicretine kadar İstanbul’da Erenköy Zihni Paşa Camiinde vaazlarına ve sohbetlerine devam eder. O`nun bu vaaz, irşâd ve sohbetlerinden cemiyetin her sınıfından, fakir, zengin, okumuş, okumamış, esnaf, işçi, memur, tüccar ve fabrikatör binlerce insan istifade ederek feyz almış, istikamet bulmuş ve böylece etrafında yepyeni bir nesil teşekkül etmiştir. Kendisine Eyüp Sultan’dan kabir yeri almayı teklif eden yakınlarına “ Herkesi arzusuna bıraksalar biz Cennetü-l Baki`yi arzu ederiz, buyurmuşlardır.” Allah-ü Teâlâ onun bu dileğini kabul etmiş Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri 10 Cemaziyülevvel 1404 /12 Şubat 1984 Pazar günü saat: 4.30`da vâki olmuş ve Cennetü-l Baki`ye defnolunmuştur. Rahmetullâhi aleyh.

Onun Güzel Ahlakından Hatıralar

Kimseyi İncitmek İstemezdi

Bir zât anlatıyor:

Bir gün, yeni bir ihvanın evine yemeğe gitmiştik. O zât namaza ve abdeste de yeni başlamış, bu yolun usûl ve kaidelerine pek vakıf değil idi. Hazrete ikram olsun diye sofraya altın suyuna batırılmış çatal kaşık koymuştu. Ev sahibi yemekleri getirince Hazret “ben çorba almayayım” dedi. Sonra yapılan ikramlardan börek, baklava vs. gibi elle yenebilecek şeylerden elleriyle aldılar; çatal, kaşık ve bıçak kullanmadılar.

Yemek bitip ayrılınca ev sahibi “Neden Hazret, ikram edilen şeylerden almadılar şunları elle yediler?” diye sorunca ona “Bak sen altın suyuna batırılmış çatal kaşık getirmişsin. Nebî (sav) Efendimiz “Altın kaptan yemeniyiz ve içmeyiniz” buyuruyor. O emre timsalen Hazretin yememesi lâzımdı.Senin kalbini de kırmaması lazımdı.

Fakir Kimselere Saygı Gösterir, Onları Severdi

Medine’de fakirler ve çocuklar Hazretin etrafını sarmışlar. Hazret, ceplerinde olan paranın hepsini dağıtıp bitiriyor. Yine fakirler ve çocuklar etrafını sarıp Hazretten para isteyince; yok demek istemedikleri için iki elini başının üzerine kaldırarak avuç içlerini birbirine sürerek “artık kendisinde para kalmadığını” anlatmaya çalışırlardı.

Fakir Kimselerin Bulunmadığı sofralarda yemezlerdi

Yemek davetlerinde sofralarda fakirlerin bulunmasına çok dikkat ederlerdi. Yine bir gün Erenköy’de katıldıkları yemek davetinde, her şey hazır olmasına rağmen yemeğe başlamıyorlardı. Hazret sofranın başında oturmuş, yemeğe hiç oralı olmuyor. Yemeğe hiç oralı olmadığından anlaşılıyor ki “sofrada hiç fakir yok, tamamı zengin.” Hemen koşarak yakında tanıdığımız fakirlerden bir kaçını bulup getiriyoruz. Fakirler de sofraya oturduğunda ellerini de sofraya doğru uzatarak “Elhamdülillah buyurun, buyurun afiyet olsun.” diyerek yemeğe başladılar. Tamamı zenginlerden müteşekkil sofralarda, kendi evi dahi olsa yemek yemezlerdi.

Düşmanı Bile Ona “Adam Gibi Adam” Derdi

Bir zât anlatıyor:

"Benim bir oğlum var. Yeşilköy`de Hava Harp Okulu`nda okuyor. Benim dinî duygularımdan rahatsız olur. Cemaate ve sohbete katılmamı istemezdi. Bir gün heyecanla yanıma gelip: "Beni Mahmud Sâmi Efendi`ye götür." dedi. Sonra şunları anlattı:"

"Harp okulunun son sınıfında rejime düşman akımlar anlatılıyor. Bu ders için Ankara’dan Hava Tümgenerali bir paşa geldi. Rejime düşman akımları anlatmaya başladı. Sıra İslami cemaatlere gelince Türkiye’deki çeşitli cemaatleri ve tarikatları saydıktan sonra dedi ki “Bu akımların içerisinde bir tane adam var. O da Sami Efendi adında Erenköy’de oturan bir zat… Bu zatın vazifesi gelen müntesiplerine Allah dedirtmektir. Siyaset ve başka bir şeyle de uğraşmaz sadece Allah dedirtmeye çalışır. O adam gibi bir adamdır."

Çok Cömert Biriydi

Üstad Hazretleri’nin sehâveti/cömertliği de tarif edilemezdi. Maddî imkânlarının en dar olduğu bir zamanda, Adana’da muhasebeciliğini yaptığı müessesenin sahibi, aylık ücretini bir zarf içinde kendisine takdim etmişti. Bu sırada bir fakir gelip Allah rızası için sadaka istedi. O yüce gönüllü zât, zarfı olduğu gibi muhtaca verdi.

Helâl ve Harama Çok Dikkat Ederdi

Mahmud Sâmi Efendi, bir defasında bir nişan merasimine dâvet edilmişti. Damadın yüzüğünün Hazret tarafından takılması talep ediliyordu. Sâmi Efendi Hazretleri tepsideki yüzüğün altın olduğunu görünce, hiç kimseye bir şey demeden kendi yüzüğünü çıkarıp damadın parmağına taktı ve: “–Bunu bugünün hâtırası olarak kabul edin, altın yüzüğü de hanımınıza hediye edersiniz!” buyurdu. Böylece İslâm’ın, altından yapılan süs eşyalarını erkeklere yasakladığını gayet nazik bir üslûpla ve fiilî olarak tâlim etmiş oldu.  


GENÇ'ın Yazısı.