Mahmut Sami Özşahin

Düşünüyordum. Bir dağın eteğinde çimenlerin arasına, yosun tutmuş bir kayaya gölgesi düşen çam ağacının gövdesine sırtımı yaslamışım. Sanki uyuyor gibiyim. Kulağımda keklik nâğmeleri, sığırcık kuşunun seslenişi. Meltem esiyor bağrıma. Yavaşça. Boynumun etrafını dolanıyor. Saçımı savuruyor. Uyku ağır ağır bastırıyor. Gözlerim kapanıyor.

Dünyaca ün yapmış bir futbol takımının oyuncusuyum. Soyunma odasındayım. Oturuyorum. Karşımda oyun taktiğinin göründüğü dev ekran. Gözlerimi ekrandan bir an olsun ayırmıyorum. Kalbim küt küt atıyor. Taktiği çok iyi kavradım ama başarılı bir şekilde uygulamam lazım. Başımı duvara yaslıyorum. Mekân değişiyor.

Sadece bir şöminedeki ateşle aydınlanan ve ısınan bir odadayım. Antika bir koltukta oturuyorum. Gözlerim kapalı. Ateşin çıtırtıları arasında bir ses duyuyorum.

“Kestanenin hikmeti! Kestanenin hikmeti!”

Başımı doğrultuyorum.

“Kestanenin hikmeti!”

Etrafıma bakınıyorum. Küçük kardeşim şöminenin önünde durmuş. Elinde tuttuğu beyaz poşetten kestane çıkarıp şömineye yakın bir yere koyuyor. Soruyorum:

“Neden bağırıyorsun?”

Kardeşim bana bakıyor. Gülüyor. Çiğ bir kestane atıyor, kucağıma. Bağırıyor:

“Kestanenin hikmeti!”

Kestaneyi elime alıyorum. Taş gibi sert. Birisinin başına gelse sızlatır. Kardeşime geri veriyorum.

“Ne demek istiyorsun?”

Kardeşim gülüyor. Olmuş olanlardan veriyor. Elimi yakıyor. İki avcumun arasında ovarak soğutuyorum. Güzelce soyarak yiyorum. Kabukları uzatıyorum ve merakla soruyorum:

“Kestanenin hikmeti nedir?”

Gülüyor, yine. Ve diyor ki:

“Yandıkça tatlanır ve serpilir.”

Heyecanla uyanıyorum. Kendimde olmayarak kalkıyorum ayağa. Sessizce evin yolunu tutuyorum.


GENÇ'ın Yazısı.