Benim Derdim Çok!
Canhıraş bir şekilde ümmetin güzel bildiğim, gördüğüm adamlarını, insanlarını, gençlere anlatmaya ve anlattırmaya çalışıyorum. İşim gücüm vazifem görevim budur.
ir kardeşimiz mail atmış, kendisini üzen gaflet sahibi kimselerden bahsetmiş. İslam düşmanlarından da bahsetmiş. Ona diyorum ki: seni üzen şeyler ne de güzelmiş ama daha güzelini söyleyeyim mi? Ve kendimi adadım ben o güzel olana, o da şu: Güzelleri anlatmak!
Kötülüğü anlatmak, kötülerden şikayet bir yere kadar gereklidir ama ben kötüleri zikretmekten iyileri, müminleri, muvahhidleri, öncüleri, dünyanın en güzellerini anlatmaya vakit kalmayacak diye korkuyorum.
Ömrümüz kısa... Ümmetin çocukları da, gavurların kendileri de, çocukları da, ümmetin bu güzellerini tanımıyor; isimlerini bile duymamışlar. Bunu dehşetle, bunu acıyla görüyorum, fark ediyorum.
Ve bu nedenle canhıraş bir şekilde ümmetin güzel bildiğim, gördüğüm adamlarını, insanlarını, gençlere anlatmaya ve anlattırmaya çalışıyorum.
İşim gücüm vazifem görevim budur. Başkasını bilmem. Size de bunu öneririm haddim midir bilmem.
Gel kardeşim!
Gel kardeşim, dünyada sevdiğimiz güzel müslümanları anlatalım.
Biz onlara Müslümanların güzelliğini yeterince iyi anlatamazsak, bunu en yakışır şekilde yapamazsak mes’ulüz biliyor musun!
Duymaya ve okumaya ihtiyacımız var!
Hasan el Benna’nın ismini hiç duymayan gencimiz kalmasın, Ömer Karaoğlu’nun o muhteşem bestelerini dilinde terennüm etmeyen kalmasın. Rasim Özdenören’in o muhteşem “İslam ilerlemeci, akılcı, bilimsel bir dindir, diyen biri İslam’ı övmüyor. Devrin, çağın hastalıklı söylemlerinin tesirinde kalarak pozitivist, rasyonalist, darvinist anlayışlara İslam’ı yamamaya çalıştığını fark edemiyor ile” tesbitini taşıyalım insanlara.
Said Nursi Hazretleri nin neden 10 yıl soyadı almamaya direndiğini fısıldayalım insanlara. Malcolm’un hacda ümmeti fark edişini görüp tekbirler getirelim coşkuyla.
Başörtüsü sorunu çözülsün artık diyen birine; “Öyle bir sorun yok, o sorunun adı başörtüsü yasağı sorunudur.” diyelim.
“Gökhan Özcan’ın, Mürsel Sönmez’in kitapları neden kitapçılarda yok kardeşim?” diyelim.
Sen Esad Coşan’ın hadis anlatışını bilir misin kardeşim, diyelim; Mustafa Demirci nasıl da güzel lal der bilir misin, diyelim. Sezai Karakoç bu çağda nasıl da onurla duruyor kardeşim, diyelim.
İlhan Kutluer ne de güzel işler yapıyor, diyelim.
Hadi kardeşim, bir Hakan Albayrak de, içinin enerji dolduğunu göreceksin. Bir N. Ahmet Özal de, nasıl da derinleşeceksin diyelim yanımızda yöremizdeki gençlere
İbrahim Demirci’nin dil bilincine 80 yıllık Türk Dil Kurumu’nun alayını toplasanız ulaşamazsınız hey laikler, diyelim.
Bizim artist adamımız Dücane Cündioğlu bile tek başına sizi mahveder isterse, diyelim.
İsmail Kara ile “Gel de bir o küçümsediğin geleneksel hacı amcalarda ne güzellikler yatar, bir fark et, kardeşim!” diyelim.
İsmet Özel’in hâlâ bu yaşında belediye otobüsü kullanıyor oluşunun ne güzel bir şey olduğunu sana nasıl anlatabilirim kardeşim.
Hüseyin Rahmi Göktaş’ı bile fark edemediniz, yazıklar olsun sizin televizyonlarınıza, kitap dergilerinize, dil dergilerinize, akademinize, üniversitelerinize! Yuh yani yuh! Bir İz Yayınları’nın binde biri olamıyorsunuz.
Bir Cihan Aktaş’ın duyarlığını, enerjisini; bir Akif Emre’nin titizliğini, hakkaniyeti gözeten tavrını; bir Hüseyin Su’nun tek başına sessiz bir ordu gibi Hece kozasını örmesini dahi görmekten çok uzakta duran nesillere bu güzel adamları anlatmalıyız kardeşlerim.
Bir Halid Meşal’i, bir kayıp İmam Musa Sadr’ı, bir İmam Abdullah Harun’u, bir Ahmed el-Alavi eş-Şazeli’yi, bir Beheşti’yi, bir Ali Şeriati’yi, bir Şehbenderzade Ahmet Hilmi’yi, bir Babanzade Ahmed Naim gibi mübarek bir adamı, bir Nuri Pakdil’i, bir Ebubekir Eroğlu’nu, bir Sebahattin Aydın’ı, bir Mustafa Özel’i, bir İhsan Fazlıoğlu’nu... bir, bir, bir... binlerce, onbinlerce ümmetin güzel adamını anlatmalıyız kardeşlerimize.
Ömründe daha hiç secde etmenin güzelliğini tadamamış gençlerimize!
Düşünsene kardeşim!
Düşünsene bir, bu albenili çağda başını örtmeyi tercih eden bir kız kadar hicabın güzelleştirdiği kim vardır?
Düşünsene artık ümmetin mazlumları için üzülmeye başlayan, onlar için bir şeyler yapmaya başlayan, sınıfındaki arkadaşlarından Filistin için minik bağışlar toplayan liseli genç aslında Mavi Marmara’daki güzelimiz Furkan’a ne kadar da yakın duruyor!
Düşünsene Abdurrahman Arslan’ın konuşmasına katıldıktan sonra kafasındaki konformist kalıpları yıkmaya karar veren genç nasıl da zorlu bir yolculuğun eri olmayı tercih etmiştir!
Düşünsene, bütün kız arkadaşlarını bırakıp bir şeyh efendinin elinde nefsinin kayalarını parçalayan genç nasıl da eli öpülesi bir gençtir!
Düşünsene o güzel genci... Allah’ım bundan güzeli herhalde Afgan dağlarında şehid olan Bilal Yaldızcı’dır, o teheccüde kalkan gencin güzelliğini o şehidlerin nurundan başka ne geçebilir?!
Haydi bismillah...
Düşün ve bismillah de, ko bırak, gitsin eksiklikler, hatalılar, kötüler...
Habire kusurluların kusurları ile, kötülerin kötülükleri ile dilimizi kirletmeyelim. Dili kirlenenin kalbi de kirlenir. Kalbi kirlenene nasıl Allah dedirteceksin? Nasip mi olur? Öyle kolay mı kardeşim!
Gel beraber vuralım harfleri yanyana! Dizelim şu cümleyi alnımızın akıyla: Müslümandan daha güzeli kimdir! Onu güzelleştiren secdesidir! A canım!
Asım Gültekin'ın Yazısı.