Hüseyin Erdoğan

“Yapılan araştırmaya göre hematit küplerinden oluşan çözelti, çeşitli ışın ve kimyasallara maruz bırakıldığında canlı gibi davranıyor. ‘Canlı’ kristallerin metabolizması ve kendini kopyalayabilme gibi özellikleri var.”

Bilim, bir insanın hayatını kurtarırken en iyi hâli olduğu gibi; bir atom bombası yapıp fırlatırken de kötü bir hâli var. Tabii bir de bilimi kendi menfaatlerimize göre yorumlama gibi uygunsuz bir davranış söz konusu… Yukarıda tırnak içerisinde verdiğim alıntı bilim haberi, aynen “bilimi kendi menfaatlerine göre yorumlama” örneği bir bakıma. Bu araştırmanın orijinal makalesinde ne metabolizmadan ne de kendini kopyalamadan bahsediyor.

Bu araştırmayı gerçekleştiren bilim adamları hematit denilen bir maddeyi kullanarak çeşitli deneyler yaptılar. Hematitin kimyasal formülü Fe2O3 olup manyetik özelliklerinden ötürü endüstride kullanımı yaygın bir maddedir. Bilim adamları tek ucu açık kalacak şekilde bu hematitleri kılıflayarak kristal küpler elde ettiler. Bu kristallere hidrojen peroksit ( H2O2 ) ve belirli bir dalga boyundaki mavi ışık uyguladıklarında bir takım fiziksel ve kimyasal tepkimeler gerçekleştiğini gözlemlediler. Örneğin, bu eklentiler sonucunda elektriksel yük birikimi gerçekleşip manyetik alan oluştuğunu gözlediler.

Makale bu maddenin çeşitli kimyasallara ve ışığa karşı olan tepkisini açıklarken bu olayın ilginçliğini dile getiriyor. “Kristaller ışık varlığına ve yokluğuna göre tepki veriyor” diye açıklıyor bu durumu. Peki… Biz de makaleyi okumadan sadece o haberi okuyarak ekmeklerine yağ sürercesine yorum yapalım. “ Bakın! İşte, evrimsel süreç böyle işledi. ’Rastgele’ bir düzen oluştu ve bakın bu kristal de canlı gibi. O, onunla birleşti, yüzdü, yürüdü. Huzurlarınızda ‘insan’ oluştu.”

Henüz kadının insan olup olmadığı tartışılırken Ebâ Beyazıd-i Bestami Hazretleri (k.s) aslında tam da bu konuyu ne güzel açıklıyor. Bir gün bu mübarek zât taşlık bir yolda yürürken karşısına bir köpek çıkıyor. Köpek hafifçe havlıyor ve geri çekiliyor. Allah’tan ve O’nun dediklerinden başka hiçbir şeyden korkmayacak bu zât aniden bayılıveriyor. Talebeleri ayıldığında soruyorlar: “Efendim, köpekten bu kadar korktuğunuzu bilmiyorduk. Neden böyle bir tepki verdiniz`” O ise yerinden doğrulup: “ Köpek yanıma yaklaşıp hâl lisanı ile ‘Ey Ebâ Beyazıd-i Bestami! Söyle bakalım, Allah katında seninle ben aynı değerdeyken ne oldu da ben bir köpek olarak sen ise Ariflerin Sultanı olarak gönderildin`’ diye sordu. Bir an ayağımın altındaki taşlar da dile gelip benden hak talep ederler diye korktum ve bayılmışım” dedi.

İslam âlimleri canlı-cansız olarak nitelendirilen her şeye karşı Yaratan`dan ötürü büyük bir sorumluluk ve hassasiyet taşırken bugün hâlen bilim yanlış kişilerin elinde bir oraya bir buraya çevrilip duruyor. Bir şeyi canlı ya da cansız olarak nitelendirmek ne kadar doğru` Canlı ve cansız kavramını kendimiz türetmemiş miyiz` Ya da şöyle sormak daha doğru olur: Bir şeyin canlı veya cansız olduğuna karar kılıp ona değer verip vermeme hususunda tabiri caizse kafamıza göre davranmamız ne kadar doğru`

İslam insana da, hayvanata da, nebatata da hatta yerdeki taşa da değer verir. Yaratılana, Yaratan`dan ötürü sorumluluk duyulur; hassasiyet gösterilir. Zira islam kendisi için üzülen bir kütük parçasını teselli eden bir Peygamber`e (sas) sahiptir. Bu deneyi ister menfaatlerinize çekip, tekrar yorumlayın; ister O’nun ilminin derinliklerine açılan ufak bir pencere kabul edin. Vicdanınıza kalmış!

“Tiz bir çığlık duydu aniden. Ayağını korkarak kaldırdı bastığı yerden. Bir karıncaydı bu, antenleri kırılmış ve vücudu ezilmiş. Heyecanla karıncayı izledi. Karınca dile geldi: - Ey şaşkın! Görmüyor musun beni`”

Kaynak: Jeremie Palacci. Stefano Sacanna. Asher Preska Steinberg. David J. Pine. Paul M. Chaikin. Living Crystals of Light-Activated Colloidal Surfers. ScienceMag 31.01.2013


Genç Bilim'ın Yazısı.