Kim ne derse desin: Ölüm insana yakışıyor. Kendisinden daha büyük bir nasihatçi olmadığı gibi; insanın kalbindeki kibir ve gaflet hastalıklarına karşı da ölümden daha büyük bir şifa yok. Allah lütfetsin.

lüm Onlara Hiç Yakışmıyor(!) muş Geçtiğimiz günlerde sosyetenin zengin, ünlü, güzel kişilerinden bir bayan, pankreas kanserinden  dolayı vefat etti. Durumunu ilginç kılansa; merhumenin, hastalığını herkesten, bilhassa basından büyük bir özenle gizlemesiydi.  Gerekçesi ve aynı zamanda vasiyeti: “Beni güzel halimle hatırlayın” idi. Medya, aslında insanınaczini bir türlü kabullenmek istemeyişininveciz bir numunesi olan bu elim hadiseyi;günlerce incelikli, masum ve zarif bir dilekmişçesine yüceltti durdu. Öyle değildi. Bu vesileyle televizyonlardaboy boy merhumenin; afili makyajlar, şık kıyafetler içindeki pozlarını izledik.Zihnimize kazıdılar  adeta. Sonra vefatıyla ilgili olarak; hani o; her ünlünün ölümünün ardından sıkça yinelenen bildik klişeyi duyduk defalarca: “Ölüm ona  iç yakışmadı…”

Medyanın zengin, ünlü, genç, güzel ve reytingi yüksek merhum ve merhumelerin ardı sıra Fatiha yerine gönderdiği bu klişe yoruma  göre: Ölüm; avam işidir. Ancak sıradan, aciz insanlara yaraşır. Ama nasıl oluyorsa oluyor; arada bazen; zengin, ünlü ve güzellere de  uğruyor. Ve ölüm onlara hiç yakışmıyor(!)..

Yakışmıyorsa Giymesinler

Benim düşüncem şu: Yok yaaa!!! Yakışmıyorsa giymeyin o zaman! Elinizden geliyorsa… Zengin ve ünlülerin, muktedirlerin; bizim  olduğu kadar işi yok Allah’la. Maalesef. Biz; işe gelirken otobüs biraz gecikse diyoruz ki: “Allah’ım ne olur çabuk gelsin de patrondan  fırça yemeyelim yine”. Ya da “Allah’ım şu taksitler ne zaman bitecek de rahat edeceğiz?” “Allah’ım kelliğe bi’ çare” “Allah’ım şu Sami  de bi’ adam olsa” “Allah’ım şu elbise bi’ indirime girse”… gibi çeşitli sebeplerden dolayı; dua yoluyla olsun, Allah’la bir şekilde irtibat  kuruyoruz. Kul ve aciz olduğumuzu hatırlıyor, kabul ediyoruz. Oysa muktedirler; bir insanın dünyada isteyebileceği her şeye  sahip olanlar; ölüm dışında başka bir sebepten dolayı acze düşmüyorlar pek. Acze düşmeyince; kul olduklarını da hatırlamıyorlar. Bu  da Allah’la olan ilişkilerini zayıflatıyor. Sufiler nâhak yere: “Sürekli afiyetten büyük bela yoktur” demiyorlar. Ucunda ölüm olsa bile  kabul etmek gerek: Allah abes yaratmamış.  

Ölümden Büyük Nasihatçi Yok

Kim ne derse desin: Ölüm insana yakışıyor. Kendisinden daha büyük bir nasihatçi olmadığı gibi; insanın kalbindeki kibir ve gaflet  hastalıklarına karşı da ölümden daha büyük bir şifa yok. Allah lütfetsin.

Afiyet Bela mıdır?

Yanlış anlaşılmaya müsait olması sebebiyle “Sürekli afiyetten büyük bela yoktur” sözünü de açmak lazım: Peygamber Efendimiz’in  (s.a.v.) “Allah’ın kendisinden istenilmesinden en çok hoşlandığı şey afiyettir” mealinde bir hadisi var. Öyleyse nedir bu afiyet beladır söylemi?

Ölüm Bile Aciz Kalabiliyor

Şudur: Eğer afiyet; dünyada, kişinin Allah’tan gafil olup, akıbet itibariyle azaba düçar olmasına sebep oluyorsa beladır. Yoksa kimse  kimseye “Hadi mazoşist takılıp, Allah’tan belamızı isteyelim” demiyor. Allah’tan gafil olmayı en büyük badire sayan; yüksek bir  anlayışın ürünüdür bu söz. Lakin kişi gaflete batmaya görsün: Ölümün ta kendisi bile kâr etmeyebiliyor.

Anlamlar Anlayışlara Göredir

Bundan birkaç sene önce; pek çok şarkısını benim de severek dinlediğim bir Türk sanat musikisi icracısı, bir rahatsızlıktan dolayı  ölümün eşiğine gelmiş, uzunca bir müddet hastanede yatmak zorunda kalmıştı. Allah’ın lütfu olarak; hiç umulmadık bir şekilde iyileşmesinin ardından, sahnelere ve magazin muhabirlerinin uzattığı mikrofonlara geri dönmüştü. İşbu magazin programlarından  birinde; muhabir, şarkıcıya kendisini ölümün eşiğine kadar getiren bu sürecin sonucunda nasıl bir ders çıkardığını sorduğunda  şöyle cevaplamıştı: “Paranın ne kadar önemli olduğunu anladım”…

Yazık… Allah hidayet versin. Mühlet verdiğine göre umulur ki onu da verir. Lakin öte yandan bu olay bana; afiyetin bela, belanın afiyet,  ölümün şifa, hayatın zarar olması gibi her durumun ve bu durumları ifade eden her cümlenin anlamlarının; kişinin hâline, bakışına, anlayışına göre değişebileceğini öğretmiştir. Gerek söyleyenin gerek anlayanın… Her sözü de böyle değerlendirmek gerek.


Sinan Özgenç'ın Yazısı.