Vakit daralıyor, ömür azalıyor. Her geçen dakika okunacak yeni metinler, yaşanacak, denenecek yeni hadiseler ortaya çıkıyor. Dedim ya, vakit de daralıyor. Hele de modern insan için. İnsandan beklenen öylesine artıyor ki, insan nereden vakit çalabileceğini, neye yetişeceğini şaşırıyor. Bunca uğraş içinde eğer işiniz okumak değilse, okumaya vakit ayırmak mümkün gözükmüyor.

Teknoloji ilerliyor, insan uğraşları kolaylaştırılıyor fakat kolaylaştıkça bireyden beklentiler de artıyor. Bu durumun en basit tezahürü eğitim hayatımızdır. Evvelden değil üniversite mezunu olmak, lise mezunu olmak bile büyük bir hadiseydi. Öğretmen olmak için bile kâfiydi. Sonra her geçen sene, artan üniversite sayısı ve dolayısıyla artan bölümlerle üniversiteye girmek epey kolaylaştı.

Üniversite diploması bile yeterli değil artık. Beklentilerin değiştiğini fark eden insan da değişti. Kendisini paraya endeksledi. Üniversiteden aldığı lisans diplomasının yanına bir de yüksek lisans, onun ardına da bir ikinci lisans diplomasını ekledi. Tabi yaşının çok ilerlemesine de müsaade etmeden bunları kısa bir süre içerisinde yapması gerekiyordu. Üniversite okurken bir de yanına “açık” denilen bir üniversite daha ekledi, üniversite bitti çalışmaya başladı, eğitimi bitmedi, yüksek lisansı işin yanına ekledi. Yüksek lisans da bitti, sonunda oldum ben dedi, yaş yirmililerin yarısını devirdi otuzlara yaklaştı. Ne anladın diye sordular, hiç, dedi. Peki, ne yaptın dediler, koşturdum, dedi, başımı kaldırıp da etrafa göz atamadım ki… Ne iş yaparsın diye sordular, para neredeyse onu, dedi. Ne iş bilirsin diye sordular, ben bilmem siz bu yaşımdan sonra öğreteceksiniz dedi.

Ne vahim bir tablo… İşi koşturmak olan insana biz bir de oku diyoruz, kültürden, sanattan, medeniyetten bihaber kalma diyoruz. Nasıl yetişecek? Okumak ki, bu eyleme münhasıran vakit ayırmak gerekir. Hatta uygun ortamı olmadıktan sonra okumaktan verim alınamaz. Koşturan insan, bir başkasını beklerken, iş arasında, toplu taşıma araçlarında okuyor. Açıkçası başka vakti de olmuyor. Tabi bunu bir alışkanlık haline getirenler de var. Belki okuduğu o nadir anlardan verim de alabiliyor. Fakat çoğu insan bunu başaramıyor. Aynı zamanda okumanın eksikliğini de hissediyor. Sonra? Sonra bu açığını bir başkasının kapatmasını istiyor. Yani bir nevi kendisinin yerine okuyacak, düşünecek insanlar bulup onların düşünceleriyle düşünüyor, gözleriyle görüyor. Düşünen nadir olduğundan insan da tekdüzeleşiyor. Fiziksel hastalığını yenmek için haplara muhtaç kalan insan, bir bakıma zihni hastalığını yenmek için de bu düşünce haplarına muhtaç kalıyor. Haplar da fiziksel hastalıklarda olduğu gibi zihni hastalıklarda da kısa vadede insanı sağlığına kavuştursa da uzun vadede insan ömrünü kısaltıyor. Günü geçirmek için düşünce satın alıyor, günü geçiriyor, dolduramıyor. Tekdüze insanlar da manasız topluma sebep oluyor.

Her insanın düşünmesi gerekir. Vaktince ve miktarınca… Tefekküre ayrı zaman ayırması gerekir. Ancak böyle insan ve toplum anlam kazanır.

Tefekkürün hapı olmaz. Uğraşacağız, didineceğiz, düşüneceğiz. Mânâyı bulacağız, mânâlandıracağız. Başka yolu yok… 


Mehmet Emin Gül'ın Yazısı.