Ahmet Musa Bala

"Ah bu şarkıların gözü kör olsun" deriz ama şarkıların hangi ellerde vücut bulduğunu araştırma gereği hissetmeyiz çoğu zaman. Bu yazıya ister vefa deyin, ister merak, ister fuzûli… Ama bilin ki hakikaten gerekli...

Klasik Türk müziğinin mihenk taşlarından Hamamizade İsmail Dede Efendi’nin aziz zâtını ziyaret etme cüretinde bulunduk ancak, niyetimiz halis; deryasından birkaç damla da olsa nasiplenme arzusuyla çıktık yola.

Bilindiği kadarıyla 9 Ocak 1778 yılında Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası İstanbul’daki Acemoğlu Hamamı’nı işleterek maişetini temin etmekteydi. Dolayısıyla Hamamizâde denmesinin sebebi budur. Ayrıca doğumu kurban bayramının ilk gününe geldiği için Hz. İsmail’e ithafen isminin İsmail konulmasına karar verilmiştir. Kendisi Mevlevi Tarikatına mensup olduğu için Derviş İsmail veya Dede Efendi gibi ifadelerle tanındığı bilinmektedir. İsmail sekiz yaşına geldiğinde Hekimoğlu Ali Paşa Camii bitişiğindeki Çamaşırcı mektebine başlamış ve ilk tahsilini orada tamamlamıştır. Mektepte sesinin güzelliği ve mûsikîdeki kabiliyeti sayesinde mektebin “ilahici başısı “ seçilir. Bu yıllarda devrin mûsikî üstatlarından Anadolu Kesedârı Uncuzâde Seyyid Mehmet Emin Efendi ile tanışır. Bu zat, bir gün İsmail"in ilahi okuyuşunu dinler ve kendisinde büyük bir istidat sezdiğinden onu talebeliğine kabul eder. İşte İsmail’in ilk musiki hocası bu zat-ı muhterem olmuştur.

İlköğretimi bitiren İsmail on dört yaşındayken yine Seyyid Mehmet"in referansıyla defterdarlıkta baş muhasebe kalemine kâtip muavini olarak çalışmaya başlar. İsmail yedi yıl kadar hem bu kalemde çalışır hem de musiki dersleri ve terbiyesi alır. Bu arada pazartesi ve perşembe günleri de Yenikapı Mevlevihanesine giderek orda dergâhın postnişini olan Ali Nutki Dede ve kardeşi Abdülbaki Nasır Dede"den mûsikî dersleri ve Mevlevi terbiyesi almaya başlar. Onun mûsikîye olan yatkınlığını kısa zamanda fark eden Nutki Dede’nin kendisine “Oğlum, mûsikî sana dad-ı Hak’tır. (Hakk’ın lütfu) İnşallah bütün mûsikîşinası koltuklarının altına alırsın.” dediği bilinir.

Ney üflemeyi de Abdülbaki Nasır Dede’den öğrendiği anlatılır. Yenikapı Mevlevihanesinde bir yandan şeyhi Ali Nutki Dede`nin derslerini dinler diğer yandan da bilgisini ilerletip sanat yolunda ilerlemeye çabalar.

18 Mayıs 1797 Perşembe günü İsmail Dede resmen Mevlevi olur ve 1001 günlük çile süresine başlar. Dede Efendi çile süresinde iken ününü duyurmaya başlamıştır. Bu sıralarda bestelemiş olduğu “Zülfündedir benim baht-ı siyahım” mısraıyla başlayan güfteli, buselik şarkısı, çağının mûsikî sevenleri tarafından çok beğenilir. Bu eseri dinlemek, öğrenmek, bestekârı olan Derviş İsmail`i tanımak için tekkeye gelenlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başlar. Hadisenin akisleri lll. Selim`in kulağına ulaşınca, Mevlevihane’ye bir saray görevlisi gönderilerek Derviş İsmail`in saraya gelmesi emredilir. Padişahın huzurunda ve onun isteği ile eserini iki kez okur; çok beğenilerek bir kese altınla ``taltif`` edilir.

lll. Selim, İsmail Dede’nin yetişmesinde büyük paya sahipti. Kendisine övgülerde bulunur ve maişetini de sağlardı. lll. Selim’den sonra lV. Mustafa zamanında sarayla ilişkisi kesilen Dede, kısa bir fetret dönemine girmişti. Akabinde tekrardan layık olduğu koltuğa ll. Mahmut döneminde getirilerek çalışmalarına devam etmişti. 1812’de “Musahib-i Şehriyari ”ler arasına katılır. Kısa müddet sonra da “Sermüezzin ” olur. İsmail Dede ayrıca Enderun"da hocalık yapmaya da başlamıştır.

Sultan Abdülmecit batı müziğine meraklı bir padişahtır. Abdülmecit döneminde Mehterhane yerine Mızıka-ı Hümayun kurulur. Piyano ve bando takımları getirilir. Batı müziğinin etkisinin gün geçtikçe arttığı bu günlerde İsmail Dede bu durumdan rahatsızlığını talebesi Dellalzade İsmail Efendi‘ye “artık bu oyunun tadı kaçtı” şeklinde özetlediği söylenir. Bunun üzerine 1842’de kendi arzusuyla sultandan müsaade isteyerek saraydan ayrılır.

Kendisine Ahırkapı’da bir konak tahsis edilir. Dört yıl sonra Dede hacca gitmeye niyetlenir. Ancak kaderin cilvesidir ki hacca gittiği sene hicazda kolera salgını başlamış ve Dede’yi de kervanına katmıştır. 30 Kasım 1846’da vefat ettikten sonra cenazesi “Cennetü"l muallâ” da Hazret-i Ayşe’nin ayakucuna defnedilir.

Dede’nin 500 dolaylarında eser bestelediği söylenir ancak bu eserlerin büyük bir kısmı notaya alınmadığından Dede’nin hafızasında, onunla beraber sır âlemine revan olmuştur. 


GENÇ'ın Yazısı.