Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi

Bursa’da Tüyap’ın tertip ettiği 11. Kitap Fuarı açıldı. Ben de ısrarlı taleplere daha fazla hayır diyemeyip Bursa’nın yolunu tuttum. Fuar yetkilileri iki gün evvel beni arayıp “zahmet etmeyin, biz sizi aldırırız" deseler de, “asıl siz zahmet etmeyin, ben Yeşil Bursa’mı bir seyyah gözüyle görmek istiyorum” dedim. Hay demez olaydım. Son derecede yorucu bir yolculuk sonrası kitap fuarına eriştiğimde, ben artık benden geçmiştim. Fuar civarındaki çayırda mola verip kıymalı pide yedim. Ama pideyi gövdeye indirince huylandım. Adama “bu kıyma değil mi?” diye sordum. Adam “tabi abi, lafı mı olur” demez mi? Pide 1 TL, kıymanın kilosu 30 TL. İşin içinden çıkamadım ve büyük ihtimalle at veya eşek eti yediğime karar verdim. Neyse fuara girdim. Doğan Hızlan konuşuyordu. Dinleyiciler dinliyordu. Yorgun ve bitap düşmüşüm. Boş bir sandalye gördüm. “Şuraya sığışabilir miyim?” dedim. “Olmaz oranın sahibi var, gelecek” dediler. Bekle bekle gelen yok. Kendilerine İstanbul’dan geldiğimi, on yıllık yazar olduğumu söyledim ve ekledim, “Sizi Tüyap İdaresine şikâyet edeceğim.” Yüzüme tuhaf tuhaf bakarlarken, biraz öteye gittim. Orada amiyane tabirle “tuzlu” restoranın boş masalarından birine oturup dinlendim. Allah’tan garson gelip de ne arzu ettiğimi sormadı. O gazla “bir yudum merhamet lütfen” diye sitemkâr bir sipariş vermem içten bile değildi.

Sonra fuarı gezmeye başladım. Dolaş babam dolaş. Bir tane ahbaba rastlamadım. Beş-altı yıl evvel böyle miydi ya? Kriz pek çok yayınevinin belini bükmüş, çoğu piyasadan çekilmiş, kalanı kör-topal sürdürüyorlar. Bize de bol bol “Eski Dostlar” şarkısını terennüm etmek kalıyor.

Fuar’da en çok ilgi aşçı Oktay Usta’yaydı. Yıların yazarları, edipleri sinek avlarken, Oktay Usta’nın standında iğne atsanız yere düşmüyordu. Bu manzarayı tabiî addediyorum. Sanat, kültür, edebiyat vs. hep hikâye. Şimdi varsa-yoksa mide. Malûm, boş mideyle edebiyat paralanmıyor.

Bir ara baktım, bir kuyruk. Hayrola bu kuyruk ne, ekmek kuyruğu mu yoksa diye bir yokladım. Değilmiş. Meğer Bedîüzzaman Said-i Nursî’nin yeni baskısı neşredilen “Sözler” isimli eserinin tanıtımı yapılıyormuş.

Yayınevlerini dolaşarak, kendime dört tane hediye kitap imzalatmayı başardıktan sonra, bizim yayınevinin yolunu tuttum. Tuttum amma yayınevini bulduğumda, dolanmaktan da artık bacaklarım tutulmuştu. Bursa Tüyap Fuarı görevlileri pek gamsızlar, “şu standı nasıl bulabilirim?” diye soruyorsunuz, “git işine hemşerim” der gibi bakıyorlar yüzünüze.

Yayınevi standına girince, bizimkiler, “Biz de sabahtan beri seni bekliyorduk, nereden çıktın, pardon, nerede kaldın?” diye sevgilerini dile getirdiler. Patronla “benim kitap ne zaman çıkacak? Başlarım şimdi kitabına” temalı geleneksel sohbetimizin ardından Bursalı bir okuyucuya kitabımı imzaladım. Resimde beni okuyucuma kitap imzalarken görüyorsunuz.

Yayınevi standında galiba biraz fazla oturmuş olacağım ki, patron işkillendi. Sen ufak ufak uçlan, İstanbul Vapurunu kaçıracaksın, demeye başladı. Bir çay daha içip yarım saat kadar daha oturduktan sonra, nihayet kalktım. Doğruca Erkâm Yayınları standına. Standa vardım ve selâm verip hemen boş bir koltuğa kuruldum. Sağ olsun, ilgilendiler. Dergi için bir demeç rica ettim. Dergi yazılarımın iyice biriktiğini, bunları kitaplaştırıp kitaplaştıramayacağımızı sordum. “Bu konuyu Süleyman Ragıp Beyle görüşün” dediler. “Kendisiyle pek sevişiriz” dedim. Bana “Altınoluk” ve “Bizim Bahçe” dergilerini hediye ettiler.

Dönüş yolunda Bursa’nın kestane şekeri meşhurdur, hatıra olarak bir kutu alayım, dedim. Kestane şekerinin kilosu 30-40 TL. olmuş, nereye alıyorsun. Onun yerine pişmaniye aldım, ama ne yalan söyleyeyim, onu da aldığıma pişman oldum, zaten adı üstünde pişmaniye. Çok yersen olursun şişmaniye. 


GENÇ'ın Yazısı.