M.Emre Sever

Uzun zaman önce arkadaşlarımla birlikte camiye namaz kılmak için girmiştik. Selâtin camilerden biriydi girdiğimiz. Aslında namaz kılmak için girmemiştik. Ben arkadaşlarıma Suriye’de yaşadığım deneyimleri, tecrübeleri, hikâyeleri anlatırken bir konuya değindim. Şöyle ki; Şam’da her ne zaman namaz için bir camiye uğrasam, içeride çok farklı manzaralar görüyordum. Caminin arka tarafına minder atıp uzanmış hacı abiler, içeride koşturan ufaklıklar, bir kenarda sohbet eden yetişkinler, talebelerini etrafına toplamış onlara ders veren hocalar… Bu manzara benim aslında çok hoşuma gitmişti. Caminin bu kadar çok rağbet gören bir yer olması, orada kendimi daha rahat hissetmemi sağlamıştı. Sonuçta içerideki bütün insanlar oranın bir cami olduğunun farkındaydılar ancak sanki vakitlerinin çoğunu camide geçiriyorlarmış gibi bir hissiyat içerisindeydiler. Doğrusu "bu insanlar acaba yemeklerini de burada mı yiyorlar" diyordum ki abinin biri kapıda peynirli küçük bir tatlı dağıtmıştı. Afiyet olsun. Onu da yedik. Böylece evde, işte ve daha birçok yerde yaptığımız günlük işlerimizin çoğunu camide yapmış olduk. “Ne değişti?” diye soracak olursanız ben de vaktimin çoğunu camilerde geçirdim diyebilirim.

Peki, onların böyle davranmalarının sebebi neydi? Niçin vakit namazları dışında camilerde kitap okuyorlar, sohbet ediyorlar, uyuyorlar ders çalışıyorlardı? Aslına bakarsanız cevabı çok basit. Bunun sebebini öğrenmek için Hz. Peygamberin mescidi nasıl kullandığını incelemek yeterli. O devirde yapılan mescitlere baktığımızda içerisinde diplomatik görüşmelerin, hukuki meselelerin, şiir münazaralarının, eğitim öğretim faaliyetlerinin yapıldığını görüyoruz. Bu da Şam’da gördüğüm manzarayı gayet iyi açıklıyor. Bu durumun Osmanlı devrinde de devam ettiğini biliyoruz. Ecdadımız camileri Hz. Peygamberden aldığı hissiyatla çok amaçlı kullanmaya çalışmıştır. Örneğin hukuki işlere bakan kadıların görevlerine camilerde yapılan merasim sonucu başladığı ve görevlerini burada yürüttükleri bilinmektedir.

Ben başta anlattığım konuya döneyim. Camiden içeri girdiğimizde tek tük gördüğüm kişiler dışında cami boştu. Basık hava muhtemeldir ki namaz vakti olmadığı için kapatılan ışıklarla bir olup içeride loş bir ortam oluşturmuştu. Sadece yaşlı hacı amcalar kenarda Kur’an okuyor, birkaç kişi de ön saflarda vakit namazlarını kılıyordu. Biz de namazımızı kıldıktan sonra biraz oturduk. Bahsettiğim konuları arkadaşlarıma anlatıyordum ki abinin biri gelip ”Gençler burası Cami burada dünya kelâmı konuşulmaz.” dedi. Ben de Hz. Peygamber zamanında mescidin kullanım amaçlarını açıkladım. Bu sefer de abi “Kardeşim sen yanlış biliyorsun haydi bir araştır da gel.” dedi. Ben de ısrar etmedim, aslında iyi niyetle yapılmış bir hareketti ancak yanlış yöntem ve bilgi insanların kırılmasına sebebiyet verebilirdi. Amaçları caminin içerisinde disiplini sağlamaktı ama bilmedikleri şeyler, onları cami içerisinde geçirecekleri huzurlu vakitlerden ediyordu. Sadece kendilerini mi? Elbette ki değil. “Peki, abi.” dedim. Üzüldüm aslına bakarsanız. Bu davranış beni geçmişimde yaşadığım diğer camili anılarıma götürdü. Küçüklük zamanlarında caminin içinde koşturunca kızan amcalar, düzgün kıyafetle gelmedi diye camiye almayan amcalar ve daha birçokları. Günümüzde yaşadığımız bu örnekle Şam’da yaşadığımı karşılaştıracak olursak bu konuda bilinçli olmalıyız. Öz eleştiride bulunup Hz. Peygamberi örnek almalıyız.

Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de bu konuyla alâkalı açıklamalarda bulundu. Halkımızın camileri sadece ibadet mekânı olarak görmemesi ve dini sadece camilere hapsetmemesi gerektiğini söyledi. Ayrıca bunun İslam ahlâkına da uymadığını söyledi Sayın Görmez. Buradan anlaşılıyor ki bu konuda titiz davranmak gerek. Camiler sadece namaz kılınan yerler olmamalı ve İslam sadece camilerde yaşanmamalıdır. Böyle olursa dini kimliğinin yanında camiler huzur ve sosyal bütünlük açısından son derece önemli mekânlar haline gelecektir.


GENÇ'ın Yazısı.