Ahir Zaman Paradoksları!
Dilek Pulat
Paradoks… Bu kelimeyi hatırlatan, filmdeki maskeli kahramana teşekkürlerimi sunuyorum öncelikle. Ve zaman… Müslüman bir genç zaman deyince “ahir” kelimesini eklemeli başına muhakkak. Neden mi? Zamanın en çetrefillisidir ahirli olanı da ondan. Binbir dolap dönüyor bu zamanda çünkü. Bu dolaba dahil olmak yada olmamak irade dışı bir eylem. Bazen kurulu sistemde içinde bulursun kendini, bazen dolaylı olarak etkilenmişsindir.
Daha açık ifade edelim, Paradoksların başrollerini gençler oynuyor. Ne de olsa enerji maksimum seviyede. Harcanması gerekir. Kaç defa toplu taşıma aracına bindiğinizde, tanımadığınız hemcinsinizle o an hoş ve tatlı bir sohbete girdiniz? Anlık ama iz bırakan? Çoğumuz “hiç” diyordur bu sorunun cevabına muhtemelen. Çünkü gençlerin kulaklarındaki kulaklıklar buna izin vermez. Zaman müziksiz yürümeyi, oturmayı, ders çalışmayı, parkta dolaşmayı haram kılmıştır sanki. İroni odur ki, düşünmez gençlik. Kendine kalan ıssız vakitleri fırsat bilip, oturup düşünmez. Müziğin götürdüğü yerlerde yada kişilerdedir zihni. Üretilen müzikler toplum meselelerini anlatmak geri dursun, tamamen kelimelerin eğreti dizildiği, basit olayları yansıtırlar. Birisi diğerinin kalbini fırlatır, zamanla geçer der, diğeri giderli şarkılara dem vurur. “Giderli” den kastını ancak dinleyen anlar, yaşı biraz gençliğin popüler kültürünü takip edemeyecek kadar ileri ise, onuda anlamadan dinler. Düşünmek yok… Düşünmek asla yok. Teşbihte hata olmasın, 80 ihtilali sırasında gençlik ikiye ayrılmıştı, bu fikir ayrılığıydı. Taraftarlardı ama davalarının taraftarı. Tuttukları takımın değil. Yine çok değil, 20 yıl öncesinde genç kızlar futbolcu isimleri yerine şairleri ve şiirlerini ezberlerdi. Tek bildikleri şey şiir değildi elbette. Anneler her alanda kızım hünerli olsun, bilsin, isterlerdi. Artık suyunu bile annesi getiriyor genç kızın. Şimdilerde şiir bilen sayısı yok denecek kadar az. Çoğu bildiklerimiz facebook edebiyatından meşhur birkaç dize.
Bir başka sahneyi gözümüzde canlandıralım şimdi. Okulundan yeni çıkmış, elinde son model cep telefonunu gurur kaynağı olarak gören, erkek gibi etrafına küfürler savuran, arkadaşları ile konuşurken “oğlum, lan” gibi ifadeleri kullanmaktan zerre kadar tereddüt duymayan bir liseli genç kız. Algılarımızın frekansı bu kadar çabuk değişti. Nezaketten nasibini almamış, iki kuşak öncesi haricinde geçmişini tanımayan, ailelerin “Yeter ki evden gitsin biraz başımı dinleyim” mantığı ile yetişmiş bir nesil, zamanın kocaman bir paradoksu değil de nedir? Biz Türkiye gençleşiyor diye övünelim, gençliğin içinin boşaltılmasını önleyemeyelim. Bu da zıttıyla kaim olmayan bir gerçek.
Mehmet Şevket Eygi’nin “Lise mezunu Türkiyeli bir genç neler bilmelidir?” başlıklı yazısını okuduğumda dehşete kapıldım. Bir kaç tanesini aktarmak gerekirse, Osmanlı Devlet’nin hızını kesen ve yıkılmasına yol açan bazı sebepler, mimarlık ve sanatta altın oran, Japonya’nın belli başlı geleneksel el sanatları… Bunları değil liseli genç, üniversite mezununun bilmesi çok zor ihtimal. Yine bir televizyon programında, sokakta ki genç kıza soruyor sunucu “Yaşar Büyükanıt’ı tanıyor musunuz?” Genç cevaplıyor, “Evet, tabi ki. Bu sene oyumu ona vermeyeceğim…”
Yapılması gerekenleri ve üzerimize düşenleri çok çok düşünmeli… Düşünmek ve düşündürmek duası ile…
GENÇ'ın Yazısı.