Müslüman’a zulüm ve vahşet yakışmaz. O yaşatırken de öldürürken de bir hukuka ve nizama tabidir. Suriye’de, Filistin’de, masum Müslümanlara kadın, çocuk ayırt etmeden yapılanlar ortada olduğu halde durum böyle olmalıdır. Düşmanlar da aynısını yapıyor demek bir mazeret olamaz.

Savaşın acısını, bunalımını ancak içinde olanlar tam manasıyla idrak edebilirler; hele de haklılık iddiasının dünyayı da böldüğü bir anda. En iyi savaş sahnesini izlemeye yüksek çözünürlüklü olarak alıştırılmış dijital çağın insanlarına, düşük kaliteli cep telefonu kameraları ile çekilmiş gerçek savaş sahneleri, tam net olmayan görüntüler vererek can sıkıntısı doğuruyor. Oysa “Er Ryan’ı Kurtarmak”ta, “İnce Kırmızı Hat”ta, “Rüzgârla Konuşanlar”da koltuklara uzanıp ne de güzel izlemiştik savaşı. Bugünlerde Suriye’den, az önce Libya’dan, Filistin’den, çatışmaların yaşandığı diğer başka ülkelerden, internete sızdırılmış, onlarca gerçek ölüm ve öldürme videoları bulunuyor. Gerçeklikten koparılmış, duygusuzlaştırılmış insanlar bunları film sahnesi izler gibi izliyor. Bir apartmanın damından bir esirin canlı canlı atılışını adeta, farklı açılardan çekilmiş görüntüler olsa daha iyi olurdu sitemiyle izliyor. “Testere (Saw)” serisini dört gözle izleyen bir nesil için Kaddafi’nin öldürülmesi ne kadar da soft bir öldürülme şeklidir.

ONLAR DA AYNISINI YAPTI!

Tekbirler eşliğinde savaş esirlerine, tutsaklara yapılanlar – kendileri daha vahşicesini onlara yapmış olsa da- ne kadar Müslüman kimliği ile örtüşür? Müslüman’a zulüm ve vahşet yakışmaz. O yaşatırken de öldürürken de bir hukuka ve nizama tabidir. Suriye’de, Filistin’de, masum Müslümanlara kadın, çocuk ayırt etmeden yapılanlar ortada olduğu halde durum böyle olmalıdır. Düşmanlar da aynısını yapıyor demek bir mazeret olamaz. Savaş meydanları, insanların intikam duygularına en çok kapıldığı, hırslandığı, gözlerin döndüğü yerlerdir. İnsanın nefsi ile baş başa kaldığı bir zamanda ve mekânda, haktan yana otokontrol sağlayacak bir dinin vazettikleri ancak haktır. Zor zamanlarda Müslüman’ın hareket tarzı, “Hak kuvvettedir”, “Kuvvetli haklıdır” zalimlikleri yerine, “Haklı olan kuvvetlidir” anlayışıyla, yaratıcının koyduğu hak ve adalet düsturlarına emanettir. İslam, meşru bir hedefe daima meşru vasıta ve yollarla gidilmesi gerektiğini vurgular; zor kullanmayı, işkenceyi, anarşiyi bir vasıta olarak kabul etmez.

CİHAT NEDİR?

Cihat, her Müslüman’ın Allah yolunda, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için sarfettiği her türlü gayretin, çabanın adıdır. Bu anlamda aynı zamanda kıyamete kadar kesintisiz olarak devam edecek olan bir ibadet biçimidir. Cihat, Müslümanların mevcut bir tehdidi ortadan kaldırmak, haysiyet ve itibarlarını korumak için kabule mecbur bırakıldıkları bir savaş biçiminde de görülebilir. Ancak peygamberimiz savaş ortamında dahi her hal ve şartta, düşmanı bedenen ve ruhen ezmeyi gaye edinmemiştir. Büyük siyer âlimi Muhammed Hamidullah, Peygamberimizin 10 yıllık Medine döneminde yaptığı savaşlarda öldürülen müşrik sayısının 250 civarında olduğunu kaydetmektedir. Peygamberimiz, hicretin 8. yılı Şevval ayında, Halid b. Velid’i 300 kişilik bir orduyla Cezîme Oğulları üzerine gönderdi. Cezîme Oğulları savaşmadıkça onlarla savaşmamasını tembih etti. Halid’in kuvvetlerini gören Cezîme Oğulları silaha sarıldılar ve bir muharebe yaşandı. Bu olaydan sonra Halid’in bazı esirleri öldürttüğü Peygamberimize haber verilince, ellerini semaya kaldırıp, “Ey Allah’ım, Halid’in yaptığı şeyden uzak ve beri olduğumu sana arz ederim. Yaptığını ben ona emretmedim” niyazında bulundu.

DÜŞMANA İŞKENCE EDİLİR Mİ?

Peygamberimiz düşmana işkence yapılmasına izin vermemiştir. Hendek savaşındaki ihanetlerinden dolayı ölüm cezasına mahkûm edilen Kurayza oğulları Yahudilerinden Nebbaş b. Kays, Peygamberimizin huzuruna getirildi. Nebbaş’ın burnu yarılmıştı. Peygamberimiz onu getireni “Bunu ona niçin yaptın? Öldürülecek olması yetmez miydi?” diye azarladı. Adam “Kaçmak için beni itti. Aramızda itiş kakış oldu.” diyerek mazeret beyan etti. Kur’ân-ı Kerim’de “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın, haddi aşmayın. Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.” (Bakara, 190) mealindeki ayette haddin aşılması, Peygamber Efendimizin tefsiri ile iki şekilde tanımlanmıştır; “muharip olmayanları öldürmek.”, “öldürülen insanların insanlık onurunu zedeleyici davranışlarda bulunmak.” Peygamberimiz, savaş durumunda karşı taraftan öldürülen insanlara “müsle” (öldürülen insanın ağzının, burnunun, kulağının kesilmesi) yapılmasını ve “sabran” (bir canlının bağlanarak nişangâh haline getirilmesi ve çeşitli silahlarla atış yapılarak öldürülmesi) öldürülmesini yasaklamıştır. Hatta Efendimiz bırakın bir insanın bu şekilde öldürülmesini bir tavuğun bile sabran öldürülmesini yasaklamıştır. (Ebu Davud, Cihad, 120) Ayrıca Peygamberimiz bir müslümanın savaşırken bile kendine yaraşır bir şekilde savaşması gerektiğine dikkatleri çekmiştir: “İnsanî ve ahlâkî değerlere riayet ederek en güzel bir şekilde savaşan ehli imandır.” (Ebu Davud, Cihad 110)

Eğer “başka çare yok ne yapılsın!” denilecek olursa, Mekke’de çok ağır işkencelere, eziyetlere maruz kalan sahabe efendilerimiz ve daha sonraki dönemlerde onların çizgisinden giden Müslümanların, böyle bir yola başvurmadıklarını hatırlatmak yeterli olabilir.

İslâm, savaşın en kızıştığı bir noktada bile olsa “Nasıl ölünür, nasıl öldürülür, düşmana karşı nasıl mücadele edilir?” meselelerinde bazı kural ve kaideler koymuştur. Günümüzde Müslümanlar “terör” ile suçlanmak isteniyor, dolayısıyla her türlü mücadelelerinde böyle bir ithama malzeme olabilecek tavır ve davranışlardan uzak durmalıdırlar. Bazı yerlerdeki Müslümanların bu şekilde hareket etmeleri veya hareket edenlere sahip çıkmaları yüzünden, İslâm ve Terör kelimeleri birlikte zikredilmekte, İslam’ın imajı karartılmakta ve karartmak isteyenlere malzeme verilmektedir.


Ali Can'ın Yazısı.