Çok Şair Az Şiir
Hikmet Sami Ay
Şiir üzerine konuşmalar, tartışmalar hiçbir zaman bitmeyecek. Bu alanda söz söylemek herkesin harcı ve haddi de değil işin doğrusu.
Bu yüzden biz, Peyami Safa`nın Yeni Mecmua dergisinde yayınlanan satırlarını paylaşacağız sizlerle. 1942 yılından bu yana, yani geride kalan 71 sene içinde değişen bir şey var mı yok mu kendiniz karar verin. Buyrun:
Konuşuyorduk. Sordu:
-Ya şiir?
Cevap verdim:
-Bizde çok şâir ve az şiir var.
-Bu şâir bolluğu ve şiir kıtlığı nereden geliyor?
-Şiiri az anlayanların çokluğundan.
-Okuyanlar arasından mı, yazanlar arasından mı?
-İkisi birbirine bağlı. Şiirimizin hem edası, hem de muhtevası kısırlaşıyor. Tersinden bakalım: Eda ne kadar fakir! Dasdaracık bir folklor kalıbı ve daha beteri ahenk, vezin, kafiye gibi şekil disiplinlerine dilini çıkaran bir şımarık çocuk serkeşliği.
-Neden bu?
-Muhteva kısır. Şair sanıyor ki, şiir yalnız kendi ruhumdaki ürperişlerin ifadesidir. Bu su kabarcıklarını dalga sanıyor. Minicik aşklar, hüzünler…
-Bu hislerin şiddetleri mi kifayetsiz?
-Şiddet burada kemiyet kadar keyfiyet de ifade eder. Bunlar Mağlûp adam iniltileri… Biz şiiri kalbimizdeki hezimetlerin şarkıları sanıyoruz. Her mısranın altında bir keder ve şikâyet.
-Şiirimiz neş’eyi mi terennüm etmeliydi?
-Bu da acılığı kadar berbat bir şey olurdu. Şiir ne galibin, ne mağlubun, şiir kahramanın sesidir.
-Kahraman?
-Sokak mânâsiyle kahraman değil. Bayrak, bando, mızıka, şakşak kahramanı değil. İçine, varlığın ve topluluğun büyük sıkıntılarını çekerek yüreğinde öğüten ve şirin temiz kanı haline getiren ruh ve seciye kahramanı.
………………… büyük kuşlar
yenecek dalga, yok kasırga arar.
Şair bu büyük kuştur.
-Kartaldır.
-Evet, bir isim koymak şartsa öyle bir şey. Fakat serçe değil!
-Genç şiirimiz bir serçe cıvıltısı mıdır?
-Bütün genç şiirimiz değil. Fakat birçoklarına serçe cıvıltısı bile denemez. Serçe, ilkbahar sevincinden de belli ki, mini minnacık bir kahramandır. Mevsimin zaferiyle sarhoş, kendinden emin ve mesafelere hâkim, kendi çapında bir mücahit… Ve ağlamıyor.
-O halde sinek vızıltısına iniyoruz.
- Mukayesede ısrar etmeyelim. Teşbih aldatır. Şâir ruhu, Varlığı bütün meseleleriyle kavrayandır. Şöyle de diyebiliriz: Şâir, ruhu filozof, ifadesi şiir adamdır. Bu şiir felsefeden bahsetmeğe mezun olmaksızın onun varlığı ve topluluğu kavrayış örgüsünü taşır.
-Şiirin dünyası mutlaka metafizik dünyası mıdır?
-Şiir fizikle metafizik arasında istediği gibi gidip gelebilir; fakat kanatların enerjisi, onu bu iki kutba da eriştirecek kudrette olmalıdır. Varıp varmamış olmasının ehemmiyeti ikinci plânda gelir.
-Öyle ise şiirden zeka istiyorsunuz.
-Hayır, varlığı kavrayan ruh istiyorum. Şâir zekâsiyle değil ruhuyla düşünür. Zekâ onu tekniğe ulaştıran vasıtadır.
-Şiirde mânâ şart mıdır?
-Gençler mânânın şiire düşman olduğunu öğrenmişler. Şiir mânânın tâ kendisidir. Eğer şiir adını kaybetseydi, ona tereddütsüz mânâ diyebilirdiniz. Fakat lûgat mânâsı değil.
-Başka mânâ var mıdır?
-Yok mudur? Bakşıların mânâsı, duruşların mânâsı, nefeslerin mânâsı… Bunları lûgatta bulabilir misiniz? Şiirin de ruhumuzun tâ içine bakışından gelen kendine has bir mânâlılığı vardır. Bazan bu, lûgat mânâlarıyla da karışabilir,-şiirde yasak yoktur- takat orda kalamaz.
-Şiir büyük bir kültür ister mi?
-Kültür, seziş, düşünce, görgü, deneme, ruhu şişiren, büyüten, harekete ve varlıkla temasa getiren her şey, ruha ait her faaliyet çeşidi… Şiir bunların topuna birden muhtaç…
-Büyük dâva.
-O kadar büyük ki, onun yanında şâirlerimizin çoğu bücür ve şiirlerimizin çoğu kısır kalıyor. Şâir bolluğu da şiir kıtlığı da bundan. Şiir, fakat.’’Şiir!’’
GENÇ'ın Yazısı.