Sevgili Kızım;

Sadece yazı okumayı bilmeyen gözlerine ve aklına arz eylediğim şu satırları yazarken, şimdiye kadar yaşamadığım bir heyecanın hissindeyim.

Oysa, içimin Belkıs’ının tahtını zapteylemiş bir Süleyman’ın, kerem aromalı hikmetli kelimelerle oğluna yazdıklarını okurken buna alışmam gerektiğine inanmışken..

Şu gündüzünü gecesiyle harmanlaya harmanlaya her gün bir köşesinin tozunu almaya çalıştığımız dünyayı, sana ve size tertemiz teslim edebilmenin gayretindeyiz. Seni zaman zaman aldığım kucağımdan yorgunluk hissiyle, erkence, çaktırmadan yere bırakıyorsam, bundan ötürü..

“Kalk da biraz oynayalım.” dediğinde, kalkıyor ama dikkatimi bir türlü seninle oynadığım oyunda toplayamıyorsam, bundan ötürü.. Ve bazı geceler (!) eve geldiğimde, sabah evden ayrılırken de uyuyor olacağının korkusuyla varmak durumunda olduğum huzursuz bir uyku, bundan ötürü..

Yıldızım.. Biliyor musun, evden işe, işten eve gidip gelen, ortada olan bitene pek müdâhil olmayan babalara hep canım sıkıldı benim. Hatta biraz daha ileri gideyim; camiden eve, evden camiye olanlara da.. “Şu dünyanın gam yükünü çeken var mı benim gibi?” demeye en çok hak sahibi olan annelerin yegâne yâriğârı olması durumunda olan babaların, gözlerini git gide eş ve çocuklarının gözlerinden, üzerlerinden ayırdığı, belki kaçırdığı bir dünyanın varlığını hissetmek ürkütüyor beni..

“İşlerin yoğunluğu” diye bir kavrama duyduğum sevgisizlik günden güne artıyor.. Artık sen, ev ve annenin daha çok görebildiği, günlük meşgalesiyle ailesini iyi bir dengede tutabilen bir baba olmak.. Aaah ah..

Cancağızım; bunları böyle yazıyorum da sanki sen de aynı anda hakikaten okuyormuş ve bana tuhaf tuhaf bakarak şöyle diyormuşsun gibi geliyor;

“Baba! Annemin ceyamı vay, cana tülah (külâh) göndeydi…”

Olur kızım, olur, annene de külahı vasıtasıyla yazarım kısmet olursa.. :)


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.