Bilim ancak ‘’su, yüz derecede kaynar’’ mantığıyla araştırılıp, keşfe dönüştürüldüğü sürece, dünya mânâsını kavrayabilir mi bu buluşların? Hayır... Ancak, demlikteki suyun, yüz derecede kaynamasını bekler ve üstüne sıcacık çayını içer... Mânâya kapı açmalı buluşlarımız, yazdıklarımız ve konuştuklarımız...

Kaç kişi var ki dünyada? Yedi milyar mı? Hayır... Kaç kişiyle söz söze isek, işte dünyamız o kadar kalabalık. Kelimelerimiz de öyle. Neredeyse her gün üç yüz kelimeyle yaşayabiliyoruz. Belki koskoca altmış yıllık bir ömrü, üç yüz tuğlalı bir dil kulübesinde geçirebiliyoruz. Ne soğuk ve fırtınalı bir düşünceler karmaşasına karşı dayanıklıyız; ne de kulübemizin direkleri (sözlerimiz) düşüncelerimizi destekleyebilecek nitelikte...

Bilimi bu eksiklikten beri tutmayın. Tek suç okumayanlarda değil ki... Okuyan, araştıran ve bilim yapan insanlar da dünyayı heyecanlandıran en büyük keşiflerini, sizce kaç kelimeyle açıklamışlardır? Bilim ancak ‘’su, yüz derecede kaynar’’ mantığıyla araştırılıp, keşfe dönüştürüldüğü sürece, dünya mânâsını kavrayabilir mi bu buluşların? Hayır... Ancak, demlikteki suyun, yüz derecede kaynamasını bekler ve üstüne sıcacık çayını içer... Mânâya kapı açmalı buluşlarımız, yazdıklarımız ve konuştuklarımız... Bilim, ‘’nasıl?’’ sorusunu ‘’niçin ve kim’’ sorularıyla evlendirebildiği takdirde dünyanın mânâsını sorgulayacak ‘’hayırlı ve sağlıklı!’’ evlatlar yetiştirebilir...

Sözlerimizdeki basitlik, ne yazık ki gördüğümüz dünyayı ‘’basit’’ kabul etmekten ileri gelmektedir. Canlılara hatta cansız varlıklara (gezegenlere kadar...) bir bir bakıp sadece ‘’nasıl?’’ sorusunu soran bilim insanları, ‘’niçin ve kim’’ sorularını ise her zaman geçiştirmeye çalışmışlardır. ‘’Kendi kendine, tesadüfen ve doğal seçilim yoluyla oldu’’ gibi cevaplarla kalplerindeki Kâbe’ye putlarını doldurmuşlar, fakat her kalpteki Kâbe’nin aslında Allah’ın evi olduğundan bihaber yaşamaktadırlar. İşte kullandığımız basit söz dağarcığımız da buradan gelir. Evreni basit ve tek düze görüp, canlının yapı taşı DNA’mıza da onlarca yıl aynı gözle baktılar. İnsan genomunda yüzlerce ciltlik ansiklopedileri oluşturan bilgi, mini minnacık hatta nano teknolojinin giremediği bir sarayda korunmaktadır. Buna rağmen, canlı varlıkları kendi kendine oluştukları ‘’inadı ve inancıyla’’ insanları yaratılıştan uzak tutmaya çalışan bilimsel (!) görüş, DNA’mızdaki karmaşıklığı bir türlü açıklayamamıştır.

DNA’mızın ancak yüzde yirmilik bir bölümü vücudumuzun işlevlerini yürütmesini sağlayan protein yapılarına ve bunları düzenleyici bir diğer haberci olan RNA yapılarına dönüştürüldüğü anlaşılmıştır. Geri kalan yüzde seksenlik sırlı bölümü açıklayamayan ‘’inanmazuk’’ insanları, her an inkâra bilimde bir menfez açmışlardır. Açıklayamadıkları bu keşifle birlikte, ‘’eğer yaratılış olsaydı DNA’mız bu kadar gereksiz ve çöp(!) bilgilerle doldurulur muydu? Oysa insan DNA’sının sadece küçük bir bölümü hayatımızı sürdürmeye kâfidir.’’ sözünü yıllarca okul kitaplarımızda okuduk hâlâ da okutturuluyoruz. Binlerce ansiklopediden oluşan insan genomunu, söz dağarcığımız gibi üç yüz kelimeden ibaret sayan böyle araştırmacılar (ama bulamamışlar!), canlılığın yaratılışındaki ‘’belâgati’’ hiçbir zaman hakkıyla kavrayamamışlardır. Efendimiz’in ‘’Allah’a giden yollar, mahlukatın sayısı kadar fazladır’’ beyanatı, bırakın tek bir kelimenin dahi kâinatta boş vaaz edildiğini; yaratılan bir sivri sineğin, bir atomun dahi bir kelime olduğunu hatırdan çıkarmamamız gerektiğini bize emreder.

Bu minvalde araştırma yapan bilim insanları evrimin onlarca yıllık kanıtı olarak insanlığa empoze edilen ‘’DNA’mız çöp yığını bilgilerle doludur; öyleyse yaratılış olamaz’’ söylentisini boşa çıkarmaya başlamışlardır. Dünyanın çeşitli yerlerindeki yaklaşık dört yüz bilim insanının ortaklaşa çalışmalarıyla, ‘’İnsan Genom Projesi’’nin ikinci basamağı kabul edilen yeni bir araştırmanın sonuçları geçtiğimiz ay yayınlandı. ENCODE (The Encyclopedia of DNA Elements) isimli projede, bilinmeyen DNA bölgelerini araştırıp bir bilgi kütüphanesi kurmayı amaçlayan bilim insanları, diğer taraftan kalplerdeki Kâbe’lerden putları da kırmaya vesile olmuştur. ENCODE, DNA’mızdaki ansiklopedilerce sayıda yazılan yüzde seksenlik çöp (!) kısmının aslında kontrol edici, DNA’nın geri kalan kısımlarını koruyucu ve düzenleyici görevlerde bulunduğunu göstermektedir. (An integrated encyclopedia of DNA elements in the human genome. Nature. Eylül 2012)

Mesele, kitabı açıp anlamaya çalışmakta!

Kâinattaki kütüphanenin kapıları yirmi dört saat açıktır. Yaratılan varlıkların sayısı adedince kitaplar, tek bir kalemden yazılmışçasına önümüzde durmaktadır. Değişik meşguliyetlerde olmamız, aynı kitapları okuyamamamız anlamına gelmemelidir. Bilakis her tefekkür kitabının ana teması, sadece Allah’ı göstermektedir. Ancak her cümlesindeki belâgati kavramak için üç yüz kelimelik dil kotamız yetmez. Bilim, keşfettiklerinin manasını tefekkür ettiğinde o kitaptan (Kitab-ı Mübîn) kelimeler öğrenebilecektir.


Cihan Taştan'ın Yazısı.