FOTOĞRAF İNSANA BAKMA KÜLTÜRÜ KAZANDIRIYOR

Fotoğraf sanatına özel bir ilginiz var. Neden fotoğraf? Bir anlatım biçimi olarak fotoğraftan nasıl faydalanabiliriz?

Şimdiye kadar baktığımız şeylerin dışındaki şeylere bakmakla ilgili her türlü merakımızın son derece hayati ve önemli olduğunu  düşünüyorum. Mesela kar, artık trafiği aksatan bir şeymiş gibi algılanmaya başlandı. Kar, ben çocukken neşeyle bağrıştığımız bir  mucizeydi. Fotoğraf da bu insani bakışın kaybolmamasına dönük bir imkan.

Fotoğraf makinesi nasıl bir insani bakış kazandırıyor insana?

Makine, bir çiçeği çevredeki alandan soyutluyor ve tamamen ona odaklıyor. İşte o zaman görme kabiliyetiniz artıyor. Çünkü siz o  karenin içine koyacak bir şey aramaya başlıyorsunuz. Bu bizim kaybettiğimiz bir alışkanlık. Fotoğrafın bu anlamda çok faydalı, insana  derinlikler getiren bir şey olduğunu düşünüyorum. Renk çıkmasın, kötü çerçeve olsun ama o size yeni bir bakma kültürü  kazandıracaktır. Bir süre sonra makine yokken de kareler belirir.

Fotoğraf makinesi, bilgisayar gibi aletler hayatımızı kolaylaştırıyor. Ama biz bir yandan da yüzyıllardır bu aletleri bizim elimize veren  modern çağla hesaplaşma içerisindeyiz. Nedir bu modern çağdan çektiğimiz?

Hepimiz moderniz artık. Şimdi biz bir geri dönüşten bahsediyoruz. Kendimizi yeniden tanıma ihtiyacı içerisindeyiz. Demek ki  hakikatten uzaklaşmışız. Elektrik mesela… Keşke vazgeçebilsek, doğrusu odur ama vazgeçemiyoruz. Bu da fantezi gibi geliyor  insanlara. Elektriği tartışabilir misiniz artık? Ama bu bir yandan hayatı tüketiyor işte. Biz bunu kontrol altına bile alamıyoruz. Elektriği  kontrolsüzce kullandığımızı bile tartışamıyoruz. Ne yapıyoruz? Santrallerin yenisini yapıyoruz. İki yıl sonra o da yetmiyor, bir tane daha yapıyoruz. Bir süre sonra ortada bir çöl. Yirmi- yirmi beş sene önce bunlar az da olsa konuşuluyordu. İsmet Özel, Üç Mesele’yle  bunları gündeme getirdi ama kısa sürede unutuldu.

Türkiye bir değişim yaşıyor. Biz kendimizi bu değişimin önündeyiz sanıyoruz. Maalesef öyle değiliz. Sadece “değişen Türkiye’yi  tartışamadığımız” bir aşamadayız. Bir sonraki aşamada başka şeyleri düşünmemiz gerekecek. Bir medeniyet böyle inşa edilmez.  Bir Süleymaniye yapamıyoruz. Camiyi bırakalım, akustiğini bile yapamıyoruz. Daha fazla mimarımız, daha fazla teknolojimiz var ama  ruh yok. O medeniyetin getirdiği ilhama sahip değiliz.

Sadece cami yaparken değil, hiç birimizin divanı yok mesela. İlla o günkü divanlar gibi olması gerekmez ama bizim o çapta  eserlerimiz de yok. Konumuz sanatsa eğer, bütün sanat tarihimiz modernlikle hesaplaşmayla geçiyor. Modernliği bir tez olarak  düşünürsek, biz yüz yıldır anti tezini üretmekle meşgulüz. Tezlerimizi geliştiremediğimiz için sonuçta modernliğin içindeyiz, sürekli  onun ürettikleriyle uğraşıyoruz. Kendimiz dönüşürken bütün bunları da dönüştürdüğümüzü fark edemiyoruz. Bunun muhasebesini  yapacak vaktimiz de yok. Müslümanlar da artık bir yerde on dakikadan fazla duramıyor.

KALPLERİMİZ DÜNYAYLA DOLU

Ortada bir sorun var ama neden biz bunun muhasebesini yapamıyoruz? Neden artık bu kadar tahammülsüz ve kendi iç alemimizden kaçar olduk?

Sürekli bir koşuşturmaca içerisindeyiz. Boş vakit diye bir kavram ürettiler ve bizim için onu da doldurdular. İnsanın kendisinden  çıkarak yapabildiği genellikle hiç bir faaliyeti yok. Bu durum ibadet eden insanların ibadetlerine dahi sirayet edebilecek kadar yaygın.  Böyle olunca insanların

durup kendini dinlemesine, tefekkür etmesine fırsat kalmıyor. Yeni yaşama biçimi bunlara fırsat vermiyor.

İnsan kendi fıtratının tersine koşmaya çalıştığı için neden olduğunu bilmediği bir sıkıntıyla dolaşıyor sürekli. Sürekli eğlence  araçlarını çoğaltarak, bir takım teknolojik yeniliklere kapılarak bunu görünmez hâle getirmeye çalışıyor. Ne yazık ki insanın içindeki  şeyi dışındaki şeylerle kapatması mümkün değil. Bütün dünyada mutsuzluk dalgası var. İnsan sadece dünyadan ibaret değil.  Kalplerimizi boşaltmalıyız ki ruhumuz Allah’la dolabilsin. Kalplerimiz dünyayla dolu maalesef.

FANTASTİK DÜNYA DAHA HAKKANİYETLİ

Sinema ile de epey bir muhabbetinizin olduğunu biliyoruz. Maddecilikten sıyrılmak için, ruhumuzu besleyebilmek için sinemanın  işlevini nasıl görüyorsunuz?

İnsan gördüğü rakamların dışında bir şeye ihtiyaç duyuyor. Çünkü bugün modern düşünce yapısı somut şeyler üzerinden gidiyor. Bu  modern izah tarzı insana yeterli gelmiyor. Ama tam olarak bunun adını da koyamıyor. Sinemada bu, hayali kahramanlar, hayali  dünyalar gibi fantastik şeyler olarak ortaya çıkıyor. Bana göre oralarda daha keskin bir hayır ve şer mücadelesi var. İyilerle kötüler  daha belirgin. İyiler iyi olabildikleri için daha güçlüler. Kötüler kötü oldukları için iyilerden nefret ediyorlar. Bu insan zihninin biraz daha  rahat algılayabildiği yaklaşım biçimidir. Modern dünya ise böyle değildir. Modern dünyada bir ülke gidip diğerini yok edebiliyor,  bunun adı barış ya da demokrasi getirmek olabiliyor ve insanoğlunun da yüzde sekseni buna inanabiliyor. Fantastik dünya hayalden  üretildiği için daha hakkaniyetli. Her şeyi daha iyi yerine koyabiliyorsunuz orada. Her şeyin hakkını ona verebiliyorsunuz.

YAZARKEN FİNAL BENİM İÇİNDE SÜRPRİZ OLUYOR

Bundan önceki öykü kitabınız “hiçbişey” 1991’de çıkmıştı. Yirmi sene sonra Serçe Parmağı’nı armağan ettiniz bize. Gökhan Özcan  öykülerine neden bu kadar hasret bırakıyorsunuz bizi?

Yirmi yıl özellikle açılmış bir mesafe değil. Yirmi yıl oluvermiş farkında değilim bunun. Doğrusu yaptığım bütün işler yazıyla ilgili.  Sürekli yazdığım için arta kalan zamanda yeniden yazmaya dönmek zor. Gayet insani olarak o arayı başka şeylerle geçirmek  istiyorsunuz. Türkiye’de öykü yazarak bir insan hayatını sürdürebilseydi, o zaman sadece öykü yazardım. Yirmi yılda yirmi kitap da  çıkabilirdi ama olmuyor.

Serçe Parmağı’nda bildiğimiz öykü kitaplarından farklı bir hava var. Bilincinizi satırlara bırakmış öylece akıyor gibi. Gerçekten öyle mi,  yazarken nasıl bir Gökhan Özcan’la karşı karşıyayız?

Genel olarak oturuyorum ve aklıma ne geldiyse yazıyorum. Yazıyla muhabbetim böyle. Ben bitirdiğimde final benim için de sürpriz  olabiliyor. İlhama inanıyorum ve yeni yeni onun da içinde bir imtihan gizli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden cümleniz neye hizmet  ediyor onu düşünmek lazım. Hayra mı bir kelime ekliyorsunuz, şerre mi?


Selim Tiryakiol'ın Yazısı.