Cihangir`den Üsküdar`a Yol Gider
Ömer Öztürk / Genç Haber Merkezi
Seksenli yılların Üsküdar’ına dair hatırladıklarım neler? Bütün bildiğim dershane gidiş-gelişleri. Ben bu dershane talebeliğine memleketimizde dershaneciliğin âdeta bir salgına dönüşeceği 90-91 yıllarından da evvel başlamıştım.
Senelerden 1988, mevsimlerden yaz. Eh, artık ayını da sormayın. Üsküdar Merkez’de, inanın, şimdi artık yerini bile unuttuğum bir dershaneye başladım. Orta İkide iki dersten takıntım var: biri hemen hemen bütün öğrencilerin müşterek sıkıntısı Matematik, diğeri Fen Bilgisi.
Yazın anormal sıcağıyla okul sezonu bitmesine rağmen süren mecburî talebelik bir araya gelirse ne olur: kasvet üstüne kasvet olur. Tadından yenmez olur.
Sıkılıyorum. Bir gün o âna kadar hiç farkına varmadığım bir kız öğrenci yaklaştı ders molalarından birinde yanıma. Şöyle hâline tavrına baktım. Daha o yaşında olgun, görmüş-geçirmiş bir izlenim bıraktı üzerimde. Hani neredeyse ben onun yanında pek bi çömez kalıyordum. Gerçekten. Mübâlağa etmiyorum.
Cihangir’de yaşıyormuş. Ne çok şeyler anlatıyordu. Hiç bilmediğim, hiç görmediğim dünyalara götürüyordu beni. Bir seferinde televizyon yıldızı Korhan Abay ve şimdi ismini hatırlayamadığım bir diğer meşhurun onların apartmanında oturduğunu, dilersem bana onlardan imzalı resim getirtebileceğini söylemişti. Memnuniyetle kabul etmiştim ama bir daha resim-mesim gelmemişti. Ben de resimler ne oldu diye hiç sormamıştım. Yoksa bana hava atmak için mi öyle şeyler söylemişti, onu da pek anlayamamıştım. O benim için âdeta bir meçhûle, meçhûl bir kadındı yâni.
Bir gün yine geldi, “bak bugün ne oldu biliyor musun” dedi. “Ne oldu?” “Bir kadın gözlerimizin önünde balerinden aşağı düşüp öldü.”
Balerin diye lunaparklarda eteklerindeki koltuklara oturup döndüğünüz, dönme-dolap benzeri oyuncaklara denirdi. Lunaparklar tamamen tarihe mal olunca, şimdi artık balerinler de bir hayal oldu.
Bir kadın balerinden düşüp ölmüş. Havadise bakın siz.
Babası kadın kuaförüydü. O vakitlerde de tıpkı bugünkü gibi, kadın kuaförü denince, iyi para kazanan, tuzu-kuru bir insan gelirdi gözlerinizin önüne. Benimse babam pazarcıydı. Utanır kıza söyleyemezdim.
Bir gün olan oldu. Öğretmen hepimize tek tek babamızın ne iş yaptığını sordu. Herkes sırayla kalkıp babasının ne iş yaptığını söyledikçe, benim de kalp atışlarım giderek davul ritimleri misali yükseliyordu. En son kız kalktı. “Babam kadın kuaförü” dedi gerine gerine. Son ben kalmıştım. Sona kalıp dona kalan olmamalıydım. Kalktım ve tam “pazarcı” diyecekken, yuvarlayıp “babam pazarlamacıdır” deyiverdim. Oh be! Kıza rezil olmaktan kurtulmuştum. Pazarlamacı daha fiyakalı duruyordu. Pazarlamacı demek, pahalı mallar pazarlayıp neskafesini höpürdeten şahıs demekti. Pazarcı nerde, pazarlamacı nerde.
Yaz bitti. Dershane bitti. Kız da kayıplara karıştı. Öğrencilikten kurtulduğuma sevindim mi dersiniz. Ne gezer? Bu defa da eylül yanaşmıştı. Yeni bir ders yılının başlamasına ramak kalmıştı. Zordu bizim zamanımızda öğrencilik zor. Sırtında yüz kiloluk küfeyle gezsen bundan daha rahattı.
Hepsi tamam da bir şeyi ne o gün, ne de aradan yirmi beş yıl geçtikten sonra bugün hâlâ bir türlü anlayamıyorum. Cihangir’de ikâmet eden bir kızın Üsküdar’daki dershanede ne işi vardı? Cihangir nire, Üsküdar nireydi. Sonra niçin yaklaşmıştı bana? Niçin konuşmuştu benimle? Yoksa onun da mı canı sıkılıyordu?
Anlayamıyorum. Anladığım tek şey bir yirmi beş yıl sonra olmayabileceğim. Sonsuz âlemde bir hiç olduğum. Bir de neyin hayal neyin hakikat olduğunu kestiremeyecek kadar âciz ve çaresiz oluşum…
GENÇ'ın Yazısı.