"Diziler İffeti Zedeliyor"
Biz günahın evimizde seslendirilmesine ve kendi değerlerimize rağmen evimizde yayın yapılmasına izin verdiğimiz zaman, ona yardım ve yataklık yapmış oluyoruz. Bu bir bilinçsizliktir. O kimse, kendi gerçeğine aykırı hareket etmenin huzursuzluğunu yaşar. Maneviyatına, inancına zarar verir.
Dizilerin değerlerimizde bir aşınmaya sebep olduğunu düşünüyor musunuz?
Dizilerde, filmlerden daha ciddi bir tehlike söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bir film kötü bir filmdir, siz onu izlersiniz, onun etkisi belki geçici olabilir. Fakat diziler bu şekilde değildir. Dizilere başladığınız zaman, o sizi alıp götürür. Süreklilik söz konusu olduğundan dolayı da sizi bağımlı hale getirir ve değerlerinizi hissettirmeden aşındırır. Yüz bölümlük bir diziye başlayan bir kimse, kesinlikle dizinin birinci bölümündeki kişi değildir. Bunu iyi anlamak lazım… Yani onun değerlerinde, onun maneviyatında, onun bir takım sabitelerinde mutlaka bir oynama olmuştur. 1980’le şimdiyi mukayese edelim. O zamanlar televizyonda uygunsuz bir sahne çıktığı zaman herkes yüzünü bir tarafa dönüyordu veya televizyonu kapatıyordu. Ama şimdi bu tür sahneler kanıksanmış bir vaziyette. Yani toplumun büyük kesiminde bunlar normal görülmeye başlanılmış durumda. Dolayısıyla ahlaki yozlaşma hayatın bir parçası olmaya doğru gidiyor. Dizilere bu anlamda baktığımız zaman herkes dizilerde şiddetin ön planda olduğunu söylüyor ve herkes bunun tehlikesine dikkat çekiyor. Hâlbuki bugün dizilerde “yalan”, sanki en doğal şekilde insanın kendini ifade etme biçimiymiş gibi sunuluyor. Sadece “yalan” değil “bencillik” faktörü de çok göze çarpıyor. Önemli olan sensindir, senin başarmandır, senin yenmendir, senin elde etmendir, senin bir adım öne geçmendir! Bu açıdan baktığınız zaman diziler yalanı, bencilliği, tüketimi, yabancılaşmayı taşıyan birer araç konumundadırlar.
Dizilerin yapım aşamasındaki mantalitenin, bu dejenerasyonda bir etkisi var mıdır?
İstisnaları dışarıda tutarak, genel olarak dizilerin yapımındaki mantaliteye baktığımız zaman, pazar odaklı olduğunu, kültür ve değer odaklı olmadığını görüyoruz. Bir anlamda bu dizileri yapanlar, dizileri piyasa kültürünün bir pazar ürünü olarak görüyorlar. Onu bir hizmet aracı olarak görmüyorlar. Diziyi meydana getirirken de kime neyi satacaklarını, hangi ürünün hangi kitleye hitap edeceğini, nasıl reyting kazanacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu iş pazar mantığı ile yapıldığı için de pragmatik davranışlar orada ister istemez ön plana çıkıyor. Pazar mantığı demek, ticari bir mantık demektir ki kâr kaygısını ön planda tutar. Maddî kaygının öncelendiği yerlerde de değer kaygısı mutlaka ikinci, üçüncü plana düşer. Çıkar öncelikli, reyting öncelikli diziler çevrildiği için, birçok değer göz ardı ediliyor. Hatta göz ardı edilmekle kalmıyor, böyle bir ortamda değerler istismar dahi ediliyor. Mesela aşk ve sevgi gibi masum kavramlar bile birer piyasa ürünü haline getiriliyor. İnsanlar açısından kendilerini meşru kılmak için, insanların değerlerine, saflığına, temizliğine yaslanma ihtiyacı duyuyorlar. Bu yönleri ile baktığımız zaman, piyasa mantığıyla saflığı sadece olta ucuna takılmış bir yem gibi kullanıyorlar. Buna örnek olarak, çocuklar arasındaki masumane ilişkileri bile sulandırarak, saflığını bozarak sunmalarını gösterebiliriz.
Dizilerin gençlik açısından en ciddi tehlikesi nedir?
Dizilerin ahlaki değerleri aşındırmanın dışında bir de gençlere yanlış rol modeller sunma konusunda zararları ön plana çıkmaktadır. Çünkü oradaki oyuncular referans gruplarıdır. İbni Haldun; “Aslar üsleri taklit eder” der. Bu anlamda baktığınız zaman halk, sanatçıları taklit eder. Yani onlara benzemeye çalışır. Dizilerde oynayan kişiler, gençlere idol olarak tanıtılan, ön plana çıkarılan, gençlerin heveslendiği, onlar gibi olmak istediği kişilerdir. Bunların yer aldığı diziler, gençleri adeta televizyon başına kilitler. Bu tiplere baktığımız zaman, bu tiplerin sosyal hayatta çok yaygın tipler olmadığını, toplumun cüzi bir kısmını teşkil ettiklerini görürüz. Yani azınlıktaki bir hayat tarzının, ekseriyete model olarak takdim edilmesidir bu. Bizim gençlerin önüne televizyon aracılığı ile hâkim kültürün sunmuş olduğu tipleri değil de daha gerçekçi rol modelleri koyabilmemiz gerekiyor.
Batı kültürünün ve yaşam tarzının topluma benimsettirilmesinde dizilerin bir rolünün olduğunu düşünüyor musunuz?
Ali Şeriati der ki: “Televizyon yalnızca teknolojik bir cihaz değildir, Batı kültürünün bir taşıyıcısıdır.” Bugün dünyayı kontrol etmenin veya hâkim kültürü sürdürebilmenin en etkili yollarından birisi televizyondur. Batı kültürünün, kapitalizmin, tüketim kültürünün gençlere taşınmasında televizyon önemli bir işlev görüyor. Dizilerle kız erkek ilişkileri, aile bağları gibi konularda batılı bir yaşam tarzının örnekleri sunuluyor. Batı mantığında kadın ön plandadır, cinsellik ön plandadır. Cinsellik bir ürün olarak işlenip cazip halde sunuluyor. Ve çoğu zaman içi boşaltılmış şekilde aşk ve sevgi ambalajıyla piyasaya sürülüyor. Dolayısıyla batı tarzı yaşamı örneklendiren diziler sayesinde iffetsizlik de yaygınlaştırılıyor. Dizilerin iffeti zedelememesi mümkün değil…
Dizilerin hayatımıza bu denli tesir etmesini neye bağlıyorsunuz?
Evin içerisi, insanın mahrem alanıdır. Televizyon, insanı bir dost ve bir arkadaş gibi evinin içerisinde yakalıyor. Televizyon bu mahrem alana girdiği için, o dizilerdeki oyuncular sanki ailenin içindeymiş gibi algılanmaya başlıyor. Diziler hakkında konuşan aile fertleri, sanki ailenin bir ferdinden bahsediyormuş gibi dizideki oyunculardan bahsediyorlar. Bu da dizideki rol modellerin daha kolay kanıksanmasına yardımcı oluyor. İzleyici dizideki oyuncuya fetva bile veriyor neredeyse. “Onu bırak buna geç” diyor mesela. Bu acı verici bir şey. Mesela, dizide adam gitmiş karısını aldatmış, bir tarafta çocukları var, eşi var, diğer tarafta ötekisi var. Bu sanki normal bir durummuş gibi lanse ediliyor. Özellikle çocukların ve gençlerin bunu hayatın sanki normal bir süreciymiş gibi algılamalarına yol açıyor. Dolayısıyla dizilerin, insanların iffetlilik ve ahlaklılık yönündeki kararlılıklarını büyük ölçüde zedelediğini söyleyebiliriz. Bir de şu önemli tespiti dikkatinize sunmak istiyorum: Yetişkin bir insanın dizilerden etkilenmesi ile bir gencin veya çocuğun etkilenmesi farklıdır. Genç yaşlardaki insanlar her şeyi model alma eğilimindedirler. Etkilenmeleri yetişkinlere oranla daha fazladır. Yetişkinler ise hayat tecrübesi ile o dizileri seyrederler. Onlara da bir takım menfi tesirleri söz konusudur fakat dizilerin çocuklar ve gençler üzerinde yaptığı tahribat daha fazladır.
“Namazımı kılarım, dizimi de seyrederim” anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bediüzzaman diyor ki: “Her günah, içinden küfre giden bir yol vardır.” Yani dizileri insanlar izlediği zaman, orada bir günah varsa, bu günah bir kul olarak onları güzel bir yere götürmüyor. Yine Bediüzzaman’ın güzel bir sözü var, diyor ki: “Günah imanın nurunu kapar.” Aslında insan diziden sonra namaza durduğu zaman, namazda değildir. O dizi yapacağını yapmış, mikrobunu bırakmıştır o kişinin bünyesine. Bedeni namazdadır ama ruhu namazda değildir. İnançlı bir kişi, bir değerine rağmen, değerine ters düşen bir şeyi izliyorsa, aslında o şeyi kendi değeriyle hesaplaştırıyor ve o şeyin kendi değerini dövmesine müsaade ediyordur. Mesela bir insan inancına aykırı olduğunu bile bile içki içiyorsa, bu onun inancını mutlaka zedeler. Ona fırsat vermiş oluyor, kendi inancını dövdürüyor. Kendi değerleri ile ters bir şeyle muhatap olduğu zaman, ona meylettiği takdirde kendi değerlerini susturmuş ve bastırmış oluyor. Başka bir ifade ile biz günahın evimizde seslendirilmesine ve kendi değerlerimize rağmen evimizde yayın yapılmasına izin verdiğimiz zaman, ona yardım ve yataklık yapmış oluyoruz. Bu bir bilinçsizliktir. O kimse, kendi gerçeğine aykırı hareket etmenin huzursuzluğunu yaşar. Maneviyatına, inancına zarar verir. En iyimser bakışla bile düşünsek, o kimse en azından zamanını heba etmiştir. İnsanın zamanı, hiçbir zaman dizilerin inisiyatifine terkedilmeyecek kadar önemli bir kaynaktır. Zaman, üzerine titrenilmesi gereken bir değerdir.
Aydın Başar'ın Yazısı.