Abiler ve Ablalar; Omuzlarımıza Ağır Yük Yüklemeyin!
Sadece sizin gibi bir grup insan elimizden tutuyor. Allah razı olsun, sonsuz teşekkürler. Ancak bu ‘bize adan!’ yükünü sırtımızdan çekip alın. Bize bir kalifiye eleman gözüyle bakmayın. Halis müminler olarak yetişmemiz için elimizden tuttunuz; niyetinizi bozmayın, o mübarek ellerinizi de hiç çekmeyin. Bizi bu konuda anlayın, yaş ve kuşak farkımız aramıza saydam duvarlar örmesin.
iz farklıyız. Kimi sosyal psikologların adlandırmasıyla ‘Ben Nesli’ veya ‘Z Nesli’ olarak tanımlanıyoruz. Ortalama 85-95 arasında doğan bir ara kuşağız. Bilgi edinme biçimlerimiz, davranış şekillerimiz ve ilişki kurma yöntemlerimiz; 60’lı ve 70’li yılların ‘eski insanlar’ından anlamlı ölçüde farklılık gösteriyor. Tüm bu özellikler, zamanın ruhunun bizi şekillendirmesi nedeniyle üstümüze sinmiş durumda…
Genel durum bile böylesine giriftken; özele inersek işler iyice karışıyor. “Mümince yaşamaya çalışan Z Nesli”nin işi çok daha karmaşık ve zor.
Sağımızda bizi Allah dostu olabilmeye götürebilecek tekâmül imkânları, solumuzda ise cezbedici ve ömrümüzü yiyip bitirici dünya meşgaleleri... Önümüz arzu ve isteklerimiz, arkamız haram ve günahlar…
Diğer yandan kaybetmediğimiz duyarlılıklarımız, içsel bir denetim mekanizmamız var hamdolsun. Hayatımızı vahiyle inşa etme gayretimizin getirdiği bir sorumluluğa sahibiz.
Tüm bu debdebenin içinde, bir balçık deryasının ortasında, pantolonlarımızın veya eteklerimizin uçlarına çamur sıçrasa bile, tamamen pisliklere batmamak için canla başla sakınıyoruz. İnsanî ve vahyî özlemler taşıyor; Müslümanca yaşayabilmek adına ümitler yeşertiyoruz gönlümüzde… Sanıldığı gibi ümitsiz vaka değiliz.
Bu süreçte kıymetini her daim bileceğimiz, bizimle yakından ilgilenen hepi topu bir avuç abimiz ve ablamız var. Zamanlarından, paralarından, azimlerinden, şevklerinden ve o güzel kalplerinden bize de pay ayırıyorlar. Sadece Allah katında bir mertebe kazanmak için bizlerle ilgileniyorlar. Akademik olarak destekliyorlar, burs sağlıyorlar, kalacak yer temin ediyorlar, sosyal imkânlar tahsis ediyorlar. Ve çoğu abimiz, ablamız; işletmeye dönüşmemiş, duruluğu bozulmamış mütevazi bir dernek çatısı altında yapıyor bunları... Ya da bir küçük sohbet grubu, bir dergi çevresinde haleleniyor o kutlu “gençlerin elinden tutma” sevdası…
Ancak son dönemlerde, özellikle manevi oluşumlar içerisinde yetişen gençler olarak, bir savrulma tehlikesi yaşadığımızı hissediyoruz. Dizinin dibinde yetiştiğimiz hocalarımız, söz ve tavırlarıyla kendisine diyet borcumuz olduğunu imâ edebiliyorlar. Bir ömür, kendisine her yönden bağlı kalmamızı bekleyebiliyorlar. Adeta bir organlarıymışız gibi davranıyorlar bize…
Gençlerin üniversite hayatını geçirdiği evler ve yurtlar, ‘çıkışta’ görüşmeyi bekliyor bizden. Çok şükür ki hâlâ birçok cemiyet, vakıf, dergi ve dernekler ile bazı örnek bölgesel hareketlerin bu konudaki mantalitesi gayet güzel. Ancak her oluşum, meseleye böyle bakmıyor. “Sen göğsü iman dolu bir genç yetiştir, topluma gönder. Doktorluk yapar, eczacılık yapar, öğretmenlik yapar, çöpçülük yapar veya başbakanlık yapar. Ne yaptığı değil ne ‘olduğu’ önemli…” Birçok kurumda hâkim olduğunu ümit ettiğimiz bu düşünce yerini ne yazık ki “ya kendini bize ada, ya da yolun açık olsun”a bırakıyor.
“Sen bizim yurtlarımızda/evlerimizde kaldın, piyasaya göre çok daha düşük ücretle ve zor şartlar altında bizimle birlikte çalışmalısın. Kayıtsız şartsız itaat etmelisin. Biz ne yaparsak yapalım vardır bir bildiğimiz. Evlenmeyip, aile falan kurmayıp yıllarca donuk ve soğuk belletmen odalarında çile doldurmalısın. Başkaları için yaşamalısın.” Bu algı ve düşünce şekli hızla kabul görmeye başlıyor bazı çevrelerde…
E iyi de abi, abla, benim kendime hayrım yokken başkasına nasıl olsun? Dini faaliyetlerin, gençlik hareketlerinin, manevi yapılanmaların gelişimi için sırtıma yüklediğiniz yük biraz ağır kaçmıyor mu? Ertelenmiş bir hayatı yaşarken, gecikmiş bir istikbali ruhsuz ve bayatlamış bir biçimde tatmayı baştan kabullenmişken, nasıl bir birey, bir yetişkin ve ondan daha önemlisi ‘kaliteli bir mümin’ olabilirim ki ben? Çalışkan, bilgili, sosyal ama bir o kadar da tükenmiş, ilmiyle amel edemeyen, muhtemelen yıllar sonra o dönemki iyi niyetinin kullanılmış olduğunu düşünen, sömürüldüğünü hisseden, camiadan soğuyan, yalnız ve kırılgan bir insan olma ihtimalimin nasıl farkına varamazsınız?
Sadece sizin gibi bir grup insan elimizden tutuyor. Allah razı olsun, sonsuz teşekkürler. Ancak bu ‘bize adan!’ yükünü sırtımızdan çekip alın. Bize bir kalifiye eleman gözüyle bakmayın. Halis müminler olarak yetişmemiz için elimizden tuttunuz; niyetinizi bozmayın, o mübarek ellerinizi de hiç çekmeyin. Bizi bu konuda anlayın, yaş ve kuşak farkımız aramıza saydam duvarlar örmesin. Gözlerinizi üzerimizden ayırmayın. Ayırmayın ki, bu kaygan zeminde yolumuzu şaşırmayalım, silinip giden ve kaybolan bir nesil hâline dönüşmeyelim.
Abdullah Yalnız'ın Yazısı.